"Güçlü Türkiye"nin Motivasyon Ve Enerji Kaynağı; Üreterek Büyüyen Güçlü Ekonomi
7 Haziran 2015 seçim sonuçlarıyla istikrarsızlık riski yaşayan Türkiye, milli iradenin 1 Kasım seçimlerinde sandıktan tek başına güçlü bir iktidar seçeneği üretmesiyle birlikte istikrar, güven ve normalleşme noktasında yeni kapılar aralamış, yeni ufuklar için güçlü bir zemin oluşturmuştur.
Bu güçlü zemin, katılımcı demokrasi imkanlarıyla fırsata dönüştürülerek, "Yeniden Büyük Türkiye" hedefi ve "Adil Bir Dünya" ideali yolculuğunun kararlı bir şekilde sürdürülmesi ve ortaya konan hedeflere ulaşılması perspektifinde öncelikle konjonktürel risklerin ve tehditlerin ortadan kaldırılması, bertaraf edilmesi gerekmektedir.
Bu doğrultuda, terörle mücadele kararlılıkla devam ettirilmeli, hangi kaynaktan beslenirse beslensin, kimden güç alırsa alsın terör örgütlerinin tamamının kökü kazınmalı, terörün ve örgütlerin kendisine zemin haline getirdiği sorunlar çözüme kavuşturulmalıdır. Ülkenin toplam tecrübesini ve enerjisini zedeleyen toplumsal çatışma ve kutuplaşmalara son verilmeli, yöntemlerimiz ve metotlarımız farklı olsa da 78 milyonun yönü ve hedefi aynı istikamete kanalize edilmelidir. İçe kapanık bir sistem yerine dışa dönük bir sistem anlayışıyla, insanı ve insan onurunu önceleyen, "adaletin merkez değer olduğu kalkınma modeli" hayata geçirilmelidir.
Yeni risklerin ve tehditlerin oluşmaması, fırsatların en verimli şekilde toplum yararına hayata geçirilmesinde sivil, demokratik, özgürlükçü ve hukukun üstünlüğünü temel kabul eden yeni anayasa, hem yeni dönem hem de Güçlü Türkiye iddiasının olmazsa olmazıdır. Bu noktada sorun çıkarmayan, mevcut sorunların çözümünü kolaylaştıran yeni anayasa, iktidarın öncülüğünde siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun tüm katmanlarının görüş ve önerileri alınarak zaman kaybedilmeden Meclisin iradesine sunulmalı ve referandum yoluyla da milletin onayı istenmelidir.
Bir yandan toplumun tamamını bağrına basan yeni anayasayla kalıcı toplumsal barışın sağlanması, sivil siyasetin ve demokratik siyasal sistemin güçlendirilmesi çalışmaları devam ederken, diğer yandan Gezi Olayları, Kobani Kalkışması, 17-25 Aralık darbe girişimi ve küresel kapitalizmin yükselen piyasalara yönelik oyunlarıyla sarsılan, bozulan ekonomi ve sosyal politika alanlarındaki hasar tespitleri yapılmalı, hasarın giderilmesi ve hedeflerin gerçekleştirilmesi için restorasyon ve büyük bir reform süreci eşgüdümlü olarak başlatılmalıdır.
Gelişmişliği, düşük, orta ve yüksek kavramlarıyla izah edersek, Türkiye'nin düşük seviye düzeyinde olmaması önemli ancak, yüksek seviye düzeyine çıkamaması, orta seviye düzeyinde sıkışıp kalması da üzerinde mutlaka tartışmamız ve kurtulmak için gecikmeden harekete geçmemiz gereken bir durumdur. Bu noktada Türkiye, "eğitimde orta kalite tuzağı", "ekonomide orta gelir tuzağı" ve"bilişim ve teknolojide orta teknoloji tuzağı" bandında olduğu görünümünden hızla kurtulmak durumundadır. Türkiye'nin eğitimde orta kalite tuzağı kulvarından kurtulması hedefiyle, müfredattan başlanarak ahlaki ilkelerden taviz vermeden "eğitim sistemi nitelikli, girişimci, yenilikçi ve uluslararası rekabet kapasitesi yüksek, problem çözebilen, sorumluluk alabilen nesiller yetiştirme zemini" olacak şekilde yeniden tasarlanmalı, eğitim felsefesi ve programları buna göre yeniden belirlenmelidir. Orta gelir tuzağından kurtulmak içinse, yenilikçi ve nitelikli gençlerin yüksek teknolojiyle buluşturulması, sanayi-üniversite-sivil toplum işbirliği ile üretimde devrim yapılması gerekmektedir. Mevcut üretim ve istihdam politikalarıyla orta gelir tuzağından kurtulmak hatta küresel rekabet kurgusu içerisinde orta gelir bandını korumak mümkün değildir. Bu tabloyla, ne ekonomik istikrarı yakalayabilir ne ekonominin kırılganlıklarını giderebilir ne de ekonomik bağımlılıktan kurtulabiliriz. Eğitim-üretim-teknoloji-kalkınma ve gelir adaleti ilişkisini kuramazsak, ekonominin bir tarafı düzelirken, diğer tarafı bozulur, ekonomimiz ve buna bağlı olarak da siyasi zemin, iç ve dış krizlere karşı kırılganlığını devam ettirir. Bu noktada çözüm, hem krizlere dalga kıran olacak hem de krizleri fırsata çevirecek sistemi kurmak, seçenekleri geliştirmektir. Bu temel değişim ve dönüşümleri sağlamaya odaklanmak yerine sürekli ABD Merkez Bankası'nın açıklamalarına kulak kabartmak durumunda kalan, gözü hep AB politikalarında olan ekonomi yönetimi anlayışını doğru bulmuyoruz. Ekonomi yönetiminin küresel ekonomi ve uluslararası rekabet düzleminde sınırlarımızın dışındaki gelişmelere kulak kabartması ve gözlemesi elbette gerekli ve önemlidir. Ancak, gerçek çözüm içeride üretilmeli ve dünya ekonomisi uluslararası platformlar ve kuruluşları da kapsayacak şekilde bölge, bölge, ülke, ülke takip edilmeli, önemli bir veri ve izleme alanı olarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda, devletlerin bağımsızlığı için ekonomik bağımsızlık nasıl temel bir şartsa güçlü devlet için de güçlü ekonominin mutlak ön şart olduğunun kabulüyle "Güçlü Türkiye" hedefinin ekonomi ayağında çözümün, kendi yol haritamızı kendi irademizle belirlemek olduğu bilinciyle hareket edecek, bu bilinçle yeni dönemde ekonomiye yön verecek paradigmayı üretecek ekonomi yönetimi ve organizasyonu oluşturulmalıdır.
Bu noktada, "2023 Vizyonu" hedeflerini çok önemsiyoruz. Tekrar hatırlarsak; 2023 Vizyonu, 2 trilyon gayri safi milli hasıla, kişi başına 25 bin dolar gelir, yüzde 5'in altına çekilmiş işsizlik, yerli yüksek teknoloji üretme hedeflerine ulaşmış bir Türkiye öngörüyor. Bunları gerçekleştirmiş Türkiye vizyonu, yüzde 100 doğru bir vizyondur. Belirtilen hedefler, ulaşılması mümkün, gerçekleştirilebilir, kalıcı ve sürdürülebilir hedeflerdir. Yakın döneme kadar da bu hedeflere ulaşma noktasında toplumun inancını artıran bir mesafe kaydedilmiş, gerek kişi başına gelir, gerek enflasyon gerekse işsizlik rakamlarında vizyona uygun veriler yakalanmıştı. Ancak, maalesef özellikle 2011 yılında başlayan ve bugün de devam eden bir süreç kapsamında dış destek de almak suretiyle içerideki yapılar aracılığıyla çıkarılan sosyal krizler, hayata geçirilmek istenen kalkışmalar, ayaklanmalar ve darbe girişimleriyle hedeflerden sapma durumu yaşanmış, 2023 hedeflerine ulaşma noktasında tereddüt oluşturan veri tabloları oluşmuştur. Moral bozukluğuna ve derinleşme eğilimli sosyal travmalara ve bir çok alanda duraklama pozisyonlarına neden olan bu dönemin, arizi ve giderilebilir olduğu kanaati oluşturulmalı ve bu amaçla restorasyon politikaları ve reform paketleri derhal devreye sokulmalıdır. Yakın dönem kayıpları telafi edildikten sonra 2023 hedeflerine yeniden kilitlenilmeli, hatta bu hedeflerin de üzerine çıkacak performans ortaya konulmalıdır. Küresel rekabette önde ve yalnız kalmak için her şeyi göze alabilen Emperyal güçlerin, kendilerine rakip olacak ülkelere yönelik "gelişmesin, büyümesin, meyve vermesin, su ver kurumasın" politikaları ve taktikleri boşa çıkarılmalı ve 2003-2011 döneminde gerçekleştirdiğimiz yüksek ekonomik büyüme ve yükseliş odaklı kalkınma ivmesi, restorasyon ve reform hamleleriyle yeniden yakalanmalıdır.
Bu reform ve restorasyon sürecinde, iş dünyasının ticareti hızlandırma, kamu-özel sektör ortaklığını güçlendirme, iş ve yatırım ortamını iyileştirme, alt yapı yatırımlarını tamamlama, eğitim sistemini gelişen teknolojiye ve dijital çağa uyumlu hale getirerek inovasyon alanındaki çalışmaları hızlandırma, çıraklık eğitimini güncelleme, KOBİ'lerin önünü açma, ihracat kolaylığı sağlama gibi makul ve haklı taleplerini dikkate almak gerekmektedir. Aynı şekilde kamu görevlileri ile işçilerin ve sendikalarının ücretler üzerindeki vergilerin azaltılması, satın alma güçlerinin artırılması, iş güvencelerinin sağlanması ve güçlendirilmesi, toplu pazarlıkta eşit taraflar ilkesinin gerçekten hayata geçirilmesi ve kapsamın genişletilmesi, taşeron uygulamalarının sona erdirilmesi, sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi, sendikal haklarda evrensel normların-standartların her yönüyle hayata geçirilmesi, dar ve sabit gelirlileri koruyan mali disiplinin ortaya konulması, kadın ve gençlere yeni istihdam alanlarının açılması noktasındaki beklenti ve taleplerin karşılanmasına, hayata geçirilmesine önem verilmelidir.
Güven, ekonominin ikamesi olmayan soyut, zor kazanılan ve kolay kaybedilen sermayesidir.Güven noktasında birikim oluşturamayan ekonomilerin finansal açıdan, hammadde açısından sahip oldukları birikim atıl kalmaya ya da başkalarının sermayesi haline gelmeye mahkum olduklarını, hem siyaset hem de ekonomi tarihinin sayfalarından hep birlikte okuduk. Bu açıdan, "güven demek, yatırım demek, yatırım demek istihdam demek" mottosuyla ekonominin güven perspektifini her açıdan öncelemeliyiz. Yatırım ve istihdam noktasında kaydedilecek mesafe, enflasyon rakamlarını, işsizlik rakamlarını, iç ve dış borç rakamlarını aşağı doğru çekerken gayrisafi milli hasıla, kişi başına gelir ve tasarruf rakamlarını da yukarı yönlü hareket ettirecektir. Bu bağlamda, ekonomiye dönük fiili ve hukuki güven skalasını hem iç hem de dış yatırımcıları teşvik edecek üst seviyelere hızla çıkarmalıyız. Askeri operasyonlar, siyasi krizler, diplomatik gerilimler ekonomide zaman zaman daralma ve genişlemelere sebep olabiliyor. Küresel ve bölgesel krizlerin merkezinde yer alan bir ülke ekonomisinin ayakta kalması, kriz sarmalından başarıyla çıkması elbette kolay değil. Ancak, önemli ve değerli olan zor olanı başarmak ve krizleri aşmaktır. Bunları başardığımızda güçlü ülke olma irademizin varlığı netleşir. Bunlar başarıldığında, sadece ekonomik açıdan değil insani, siyasi, diplomatik, kültürel ve sportif açıdan da güçlü ülkeler liginde olabilirsiniz. Bu kapsamda, içeriden ve dışarıdan ne tür engeller çıkarılırsa çıkarılsın Türkiye mega projelerinden vazgeçmemeli hatta bu projelere yenilerini eklemelidir. Uçak, otomobil, aşı, ilaç gibi yerli ürünler üretme iddiası sürdürülmeli, dünya ölçeğinde markalar oluşturma hedefinde kararlılık devam ettirilmeli, prestiji ve ekonomik getirisi yüksek 3. Havalimanı, üç katlı Avrasya tüneli, çılgın projelerimizden "Kanal İstanbul" mutlaka hayata geçirilmelidir. Türkiye'nin bütünlüklü kalkınması için ortaya konan GAP, DAP, KOP ve DOKAP gibi tarımsal üretimin ve tarıma dayalı endüstrinin gelişmesine katkı yapacak tarihsel öneme sahip projeler tamamlanmalıdır. Makro politikaların yanında mikro politikalara da odaklanılmalıdır.
Bu temel hedefler doğrultusunda 64. Hükümetin 2015-2019 vizyonu tam istihdamı sağlamak, başta genç işsizlik olmak üzere işsizliği yüzde 5'in altına, hatta yüzde 1'ler seviyesine çekmek olmalıdır. Türkiye, bu hedefe ulaşmak için yüzde 2 ila yüzde 4 bandında seyreden ekonomik büyüme rakamını kalkınma merkezli olarak yüzde 5'in üstünde tutmalı, 2023 hedeflerini yakalamak için ise yüzde 7'nin üzerine çıkarmalıdır. Bu hedeflerin gerçekleşmesi durumunda Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasındaki makas daralacak, fark kapanacak, 2023 hedeflerinden biri olan Türkiye'nin dünyanın gelişmiş on ekonomisi içinde yer alma hedefine ulaşılmış olacaktır.
Geçmiş dönem korkularından ve hezeyanlarından arınmak bakımından "Yeni Türkiye" ve geleceğe dönük önemli hedefler için yol almak bakımından "Güçlü Türkiye" hedefi; içeride çekişme ve çatışmaya son vererek ortaklaşmayı ve uzlaşmayı, dışarıda ise kendi tarihsel birikimini esas alan konseptle ve medeniyet havzası önceliğinde bütün ülkelerle sömürü, zulüm ve vahşeti reddeden bir anlayışla siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmayı gerektiriyor. Ekonomi bu çerçevede, yeni dönemin öncelikli alanları arasında yer alıyor. Ekonomik alanda elde edilen başarılar, diğer bir çok alan için motivasyon ve enerji üretecektir. Bunun farkında olarak, ekonomik hayatın bütün partnerlerinin katılım ve katkı sunduğu yeni bir atağın, yeni bir hamleler zincirinin Güçlü Türkiye ve Adil Dünya hedefleri doğrultusunda hayata geçirilmesi, yeni döneme dair beklentilerin başında yer alıyor. Bunun sağlanmasında ve hedeflere ulaşılmasında öncülük üstlenecek kadroların, sorumluluk alacak ortak akıl paydaşlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz, etkin, verimli ve güçlü kamu hizmetinin garantörü olan iş güvencesine sahip kamu görevlileri yer alıyor. Büyük Memur-Sen olarak, "Güçlü Memur, Güçlü Türkiye" diyoruz. Bu temel anlayışla, haklarımızı korumak ve geliştirmek noktasında ter akıtırken geleceğin güçlü Türkiye'si ve Türkiye'nin güçlü geleceği için de çalışmaya, koşturmaya, ter akıtmaya devam edeceğiz.