Kriz Zamanlarında Sendikacılık
Son birkaç aydır Türkiye ekonomisine özellikle kur üzerinden yapılan manüplatif saldırılar ABD Başkanı Trump’ın “Türkiye’yle çelik ve alüminyum ticaretinde gümrük vergilerinin iki katına çıkarılmasını az önce onayladım.” açıklamasıyla yeni bir boyut kazandı. Aslına bakılırsa Amerikan başkanının bu açıklaması 2010’dan bu yana inişli çıkışlı bir seyir izleyen Türkiye-ABD ilişkileri açısından da yeni bir sürecin başlamasına neden oldu. Kimileri, son sekiz yıllık gelişmeyi görmezden gelerek emperyalist ABD’nin Türk ekonomisine karşı yürüttüğü operasyonları sadece rahip Brunson üzerinden okuyorlar. Fakat terör örgütlerini desteklemesi, 15 Temmuz işgal girişimini gerçekleştiren Fetullahçı Terör Örgütünü arka çıkması, F-35 sorunu ve son olarak gümrük vergilerini yükseltme hadiseleri, Amerika’nın kendince Türkiye’yi hizaya çekme operasyonlarının birer parçası olarak okunması gerekiyor. Peki bu mümkün mü? Daha açık bir şekilde soracak olursak, geçen yüzyılda kullandığı yöntemlerle örneğin 15 Temmuz işgal girişimi gibi darbe konusunda başarılı olamayan ABD’nin yine bu taktik stratejinin bir parçası olarak ekonomik darbeyi kullanarak Türkiye’yi hizaya çekme gayreti başarıya ulaşabilir mi?
Elbette hayır! Çünkü ne dünya eski dünya ne de Türkiye eski Türkiye’dir. Bu sözümüzün öylesine bir söz olmadığını anlamak için bültenimizin bu sayısında paylaştığımız faaliyetlerimize iyi inceleyin derim. Türkiye’nin emek tarafını temsilen katıldığımız 107. İLO toplantısı ve İstanbul’da düzenlediğimiz İnsan, Emek ve Küresel Rekabet sempozyumu başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde katıldığımız toplantılarda edindiğimiz izlenim, artık dünyanın çok kutuplu bir sürece doğru evrildiğini gördük. Dolayısıyla eski alışkanlıklarıyla dünyaya kendi çıkarları doğrultusunda şekil vermeye çalışan ABD, bizim gözümüzde ancak ihtiyarlamış bir kabadayıdan başka bir şey değildir.
Öte yandan, 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumuyla vesayetle hesaplaşmış ve yeni dönemde kendine ait bir sistemle 24 Hizaran seçimlerini gerçekleştirmiş bir Türkiye var. yani 24 Haziran süreciyle birlikte Türkiye, yeni sistemi yürütecek kadroları en yüksek katılımla seçerek kimileri tarafından yumuşak karın olarak görülen ekonomi merkezli operasyonlarla da başa çıkabilecek bir ülke haline gelmiştir.
Biz bu noktada bir uyarıyı da burada yapmış olalım. Yeni Türkiye, üretimi merkeze alarak, Sayın Cumhurbaşkanının belirttiği gibi uluslararası ticaretini milli paralar üzerinden gerçekleştirmelidir. Finans kapitalin oluşturduğu tüketim alışkanlıklarını ancak bu şekilde kırabiliriz. Yani, bir taraftan üreteceğiz diğer taraftan da finans kapitalin vakumladığı üretimi korumak için kendi milli paramızı kullanacağız. Biz dün olduğu gibi bugün de yerli ve milli bir anlayışla böyle bir girişimi sonuna kadar destekleriz. Çünkü, Türkiye’nin dolayısıyla emeğin ve emekçilerin geleceği bu anlayışla daha da sağlam temeller üzerine yükselecektir.