İç Sorunlarla Uğraşan Değil, Lider Olma Yolunda İlerleyen Bir Ülke
Ülkemizde 30 yıldır devam eden, 30 binden fazla insanımızın hayatına ve milyar dolarların heba edilmesine sebep olan büyük bir sorun var. Bunun adına ne derseniz deyin, bize ağır bedeller ödeten, gencecik fidanlarımızın hayatına mal olan, birlikte yaşama iradesini yok eden büyük bir sorun. Genelkurmay başkanları, başbakanlar, cumhurbaşkanları değişmiş ama sorunun yol açtığı tahribatlar değişmemiş. Millete hizmet, kamu görevlilerine gelir olarak yansıması gereken milli kaynaklar boşa harcanmaya, analar ağlamaya, çocuklar yetim olmaya devam etmiş.
Sorunun çözümüne yönelik bu güne kadar terörle mücadeleyle beraber, insan hakları ve demokratikleşme anlamında adımlar atarak samimi bir çaba gösteren yetkililer olmasına rağmen, gerek devletin içinde yer alan derin güçler, gerekse dış güçlerin yönlendirdiği piyonlar daha çok silahlı mücadeleye ağırlık vermiş, adeta silaha bir anlam yükleyerek şiddeti kutsamışlardır.
Silaha anlam yükleyerek şiddeti meşrulaştırmak PKK`nın işine gelmiş, Türk, Kürt, sivil ya da örgüt mensubu, amaca ulaşmanın önünde engel görülen her şey tehdit unsuru olarak algılanmış, ortadan kaldırılması meşru sayılmıştır.
Kürtlerin meşru haklarının şiddet dışında başka yollarla elde edilemeyeceğini savunan terör örgütü; Kürtçenin önündeki yasakları, Diyarbakır cezaevindeki işkenceleri ve faili meçhulleri propaganda malzemesi yaparak, farklı mücadele yöntemlerinin önüne geçmiştir. Demokratik taleplerin elde edilmesi için meşru sınırlar içinde hareket edilmesi gerektiğini ve silahla hak elde edilemeyeceğini söyleyen kişi veya gruplar susturulmuştur. Konuşarak anlaşmanın yerini vuruşarak gardlaşmanın aldığı bu süreçte söylemler çok sert olmuş, toplumun iletişim kanalları kapatılarak bölünmeye zemin hazırlanmıştır.
Diyalog ve empati kapılarının açıldığı çözüm süreciyle beraber silahlar susmaya, söylemler yumuşamaya başladı. “Özerklik yetmez bağımsız Kürdistan” vb. konuşmalar yerini “kimsenin ülkenin birliğiyle, bayrağıyla bir sorunu yok, özerklik olmasa da olur”, anayasa ve yasalarda yapılacak demokratik düzenlemelerle eşit vatandaşlığa dayalı birlikte yaşamanın önemine bıraktı.
Nevruzda, İmralı`dan gelen mesajlara bakıldığında Çanakkale ruhuna, bin yıllık birlikteliğe, Dicle ve Fırat, Sakarya ve Meriç nehirlerinin kardeşliğine, büyük medeniyetin kardeş topluluklarının beraber yaşama vurgusuna, İslam dininin kardeşlik ve dayanışma hukukuna dair vurgular görülecektir. Daha da dikkat çekici olanı: “Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı inat birleşeceğiz” söylemi olmuştur.
Bu duruma kendiliğinden gelinmedi. Psikolojik üstünlüğü ve silah gücünü muhafaza eden hiçbir örgüt kolay kolay bulunduğu mevziiyi terk etmeyi düşünmez. Türkiye`nin demokratikleşme standartlarının iyileştirilmesi konusunda son yıllarda attığı adımlar, Kürtçenin önündeki yasakların kaldırılmasına yönelik çalışmalar yanında istihbarat, asker ve polisin uyum içerisinde çalışması sonucu, PKK gelinen nokta itibariyle silahlı mücadelenin hak arama yöntemi olmadığını anladı. Son iki yıl içerisinde örgüt binlerce kayıp verdi. Yaralananları, sakat kalanları ve dağda yaşamanın zorluklarını da hesapladığında bu yolun çıkmaz sokak olduğunu anladı. Final yılı olarak ilan ettikleri 2012 yılında Kürt halkından isyan ve direniş anlamında bekledikleri tepkiyi alamayan örgüt şiddetle hak arama yönteminin miadını doldurduğunu gördü.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti de Terörle mücadele ve Teröristle mücadelenin farklı şeyler olduğunu, öldürmekle PKK`nın yok edilemeyeceğini anladı. Çatışmalarda sayısal üstünlüğü elde edebilir çok sayıda örgüt elemanını etkisiz hale getirebilirsiniz ama çatışmalar sonucu verilecek tek bir şehit haberini ve bunun toplumda oluşturduğu feryadı duymaya kimsenin tahammülü kalmadı. Küresel güç ve bölgesel lider olma yolunda ilerleyen bir devletin iç sorunlarla boğuşmasının ciddi anlamda zaman ve enerji kaybından başka bir şey olmadığını gördü. Burada bir tercih yapmak zorundaydı. Ya iç sorunlarını çözememiş ve bunların girdabında boğulmamak için mücadele ederek boş yere zaman harcayacak, ya da ayağındaki prangaları kırarak, sırtındaki kamburdan kurtularak ileriye doğru bir hamle yapacaktı. Burada ikinci şık tercih edildi.
“Ne verdik ki gidiyorlar” veya karşı tarafın da “ne aldık ki gidiyoruz” sorularıyla kafa karıştırmaya ve insanları tedirgin etmeye gerek yok. Her iki tarafın bir şey alıp verdiğine inanmıyorum. İlla da tavizden bahsetmek gerekirse çözüm süreci başarılı olursa, PKK ölmek ve öldürmenin dışında, evlenme, aile kurma, çocuklarıyla oynama, akraba, eş dost ziyareti imkanına kavuşma vb. insani bir hayata kavuşmayı elde etmiş olacak. Devlet de daha önce JİTEM, ETÖ, derin devlet veya başka isimler altında milletimize sıkıntılar yaşatan örgütlerin yaptığı gayrı meşru uygulamalara son verecek, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları konusunda yeni adımlar atacaktır.
Son 40 yıl içerisinde uygulanan tek tipçi yanlış politikalar sadece Kürtleri değil, dindarları da ciddi anlamda mağdur etmiştir. PKK ve diğer illegal yapıların aksine, ayrıştırıcı, kışkırtıcı ve silahlı bir mücadele yerine dindar kesim şiddete başvurmadan meşru sınırlar içinde mücadele etmeyi tercih etmiştir. İnancı gereği başörtüsüyle okumak, çalışmak isteyenlere karşı uygulanan insanlık dışı muameleler hafızamızdaki yerlerini korumaya devam ediyor. Hala kamuda kıyafet özgürlüğünün ününde yönetmelik engeli bulunuyor. Özgürlük için topladığımız 12 milyon 300 bin imzadan sonra hükümetin beklenen adımı zamana yayması sonucu başlattığımız sivil itaatsizlik eylemi devam ediyor. Kamu görevlileri ve kamuoyu hükümetin adım atmasını bekliyor.
Memur-Sen kurulduğu günden beri hem özgürlük alanımızın genişlemesi hem de ekmeğimizin büyümesi mücadelesini birlikte yürütmüştür. Toplu sözleşme masasına kamu görevlilerin haklarını almak için ter akıtacağız. Terörün son bulmasıyla beraber silaha harcanan paranın azalacağını ve bunun da ülkemize ve kamu görevlilerine refah olarak yansıyacağını umuyoruz. Terörün son bulduğu, insanların kardeşçe yaşadığı bir bayram namazı kılmak istiyoruz. İftar programımıza katılan Başbakan Erdoğan`a, Genel Başkanımız Gündoğdu`nun da söylediği gibi toplu sözleşme masasında taleplerimizin karşılanmasıyla kamu görevlilerine çifte bayram yaşatmak istiyoruz.