Cerbezelere Zorunlu Bir Cevap
Değerli gönül dostları;
Ülkemize, küremize kuşbakışı baktığımızda ekonomiden-sanata, siyasetten-yönetime, tarımdan-sanayiye, üretimden-tüketime, meslek kuruluşlarından-sivil toplum kuruluşlarının öncüleri sendikalara ve bunların çatı kuruluşları konfederasyonları, biraz dikkatlerimizi yoğunlaştırarak gözlemlediğimizde bir takım güzelliklerin yanında üzülerek birçok paradoksla da karşılaşıyoruz. Çok kısa özetlemeye çalışırsak mağduru, hukuku, hakkı savunmasını beklediğimiz bir takım barolar bir bakıyorsunuz ki uç bir ideolojik refleksle darbecilerin yanında, darbe mağdurlarının karşısında canhıraş yer alıyor. Mağruru koruyor, hakkı, hukuku çekinmeden çiğniyor. Verimliliği, etkinliği, rasyonelliği, kamuya hizmeti öncelemesi gereken yönetimlerin ve yöneticilerin ufacık, çakıl taşı kadar bireysel çıkarları uğruna, Ağrı Dağı kadar milletin çıkarını hiç tereddüt etmeden çiğniyor; aklı, vicdanı, insaniyeti bir tarafa koyup, verimliliği, etkinliği, rasyonelliği çok kolay öteleyip yok sayabiliyor.
Keza topluma, insanlığa öncü olarak birçok alanda ışık sunması beklenen sanata ve sanatçılara bir bakıyorsunuz, toplumun ve insanlığın bugününe ve geleceğine, yüz şeytanın bir araya gelse yapamayacakları, asla beceremeyecekleri dinamitleri koymayı başarabiliyorlar. Bu tür örnekleri çoğaltmamız mümkün. Ancak; altını çizmeliyim ki burada söz konusu edilen kasadaki çürük elmalardır. Fermantasyona uğramamış sağlamlara hiçbir kem sözümüz olamaz.
Bu bağlamda Sivil Toplum alanına bahusus sendikal kulvara hep beraber bakalım. Öncelikle sendika en yalın tanımı ile çalışanların kendi hür iradeleri ile kendi haklarını korumak ve geliştirmek, işverenlerine ve kendilerini yöneten üst otoriteye karşı güçlü ve etkili olmak için oluşturdukları örgütlerdir. Evrensel hukukta ve ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) normlarında sendikal haklar, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin herkesin insan olmasıyla birlikte sahip olduğu yaşama, sağlık, eğitim, mülk edinme, seyahat, haberleşme, kanun önünde kendini savunma, hak arama, seçme ve seçilme, özel hayatın gizliliği, devlet hizmetlerinden eşit olarak yararlanma gibi temel insan hakları bağlamında değerlendirilmektedir. Yani bireyler için yaşama hakkı neyse sendikal haklarda odur. Yine sağlık, eğitim, mülk edinme,....vs neyse sendikal haklarda onu ifade etmektedir.
Bir devletin gelişmişliği, çağdaşlığı ve hukuk devleti olabilmesi, demokratik, modern bir devlet sayılabilmesi o devletin insan haklarını anayasal ve yasal bir hak olarak vatandaşlarına tanımış olması ve insan hakları ihlallerini suç olarak kabul edip cezalandırılmasını öngören yasal yaptırımları getirmiş olmasına bağlıdır.
Değerli dostlar; Bu ifadeler öznel, subjektif bir yorumum olmayıp, objektif, evrensel geçerliliği olan tespitlerdir.
Peki "Temel insan haklarından olan sendikal hakların sınırları nelerdir?" diye bir soruya da cevaben: Sendikal Haklar, örgütlenme, toplu sözleşmeli toplu pazarlık ve grev (toplu eylem) haklarını kapsar. Bu üç hak arasında organik bir bağ vardır ve bu bağ asla koparılamaz. Bu hakların tamamının birlikteliği olmazsa olmaz ön koşul olarak karşımızda durmaktadır. Aksi halde hakkın varlığından söz edilemez. Yani örgütlenme hakkının olmadığı bir toplu pazarlık hakkından, toplu sözleşmeli toplu pazarlık hakkının olmadığı bir örgütlenme hakkından yada bunların olup grevin (toplu eylemin) olmadığı bir sendikal haktan söz edilemez. Dolayısıyla sendikal hakların bölünmezliği ve bütünselliği ilkesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarınca da onanmıştır.
Sendikal haklar bağlamında evrensel hukuk ve ILO normlarında bu derece net bir durum söz konusu iken, iç hukukumuzun 4688 sayılı yasa ile eksik tanıdığı örgütlenme hakkı ile 12 Eylül 2010 Referandumuyla Anayasa'nın değiştirilen 53. ve 128. Maddelerine istinaden 04/04/2012 tarihinde TBMM'de kabul edilen 6289 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu ile dar bir çerçevede belirlenen Toplu Sözleşme hakkı ile hiç verilmeyen grev hakkı, iç hukukumuz bakımından temel insan hakkı olan sendikal hakların bu mukayesesi; ILO ve evrensel hukuk bakımından, demokratik, çağdaş, modern, sosyal bir hukuk devleti bakımından ne derece anlamlı ve zaruret oluşturduğu herkesin çok net gördüğü bir realitedir.
İşte Memur-Sen'imizin, TOÇ BİR-SEN'imizin her zaman ve her fırsatta öteden beri haykırmaktan ve talep etmekten bıkmadığının altında yatan gerçeğin bir boyutu bu hakların elde edilmesidir. Onun için her toplu görüşmede, şimdi toplu sözleşmede sendikal hakların tam ve eksiksiz olarak elde edilmesi için mücadele verdi, veriyor, verecek. Zira bizler çok iyi biliyoruz ki Türkiye'de sendikal haklar tam manasıyla elde edildiği zaman Toplu Sözleşme masalarında sendikaların eli güçlenecek, bu ise kamu çalışanlarımızın yaşamakta olduğu onlarca, yüzlerce sorunlarının çözümüne kapı aralayacaktır. Onun için Memur-Sen, TOÇ BİR-SEN olarak 2009 Toplu Görüşmeleri mutabakat metnine sendikal haklar için sosyal tarafların tamamının katılacağı bir çalıştayın yapılmasını önemsedik, metne koydurduk.
Bir konfederasyonumuz her zaman ki gibi mızıkçılığı ile yine ortalıkta yoktu. Diğer bir konfederasyon ise çalıştayı kabul etti imzayı attı. Ancak iş samimiyet testine yani çalıştayın yapılacağı zamana gelince, her zamanki gibi "buradan Memur-Sen'e nasıl çamur atabilirim, nasıl bir kurnazlık yapayım?" diye ahde vefa göstermedi verdiği sözün arkasında duramadı, imzasına sahip çıkamadı.
Biz Memur-Sen'liler Abant'ta "ne yapar, ne ederiz de toplu sözleşmeyi, grev ve memurlara siyaset hakkını alırız" diye ter dökerken, Ankara'da memur söz konusu olunca ortalıkta görünmeyen mızıkçı konfederasyon ile genel merkezlerini aylarca üs olarak kullandırıp, ev sahipliği yaparak millete, ülkeye alçakça darbe planları yapan, binbir çeşit sinsi tuzaklar hazırlayan darbe sevenlerin baş aktör olduğu Ulusal Birlik Hareketi Platformu'nun koltuğuna sığınarak, darbecilere açıkça taşeronluk yaparak 75 milyona gerçek yüzünü gösteren herkesçe malum konfederasyon, aralarında gizli ittifakla her biri kendi web sitelerine adeta ortak haber yaparak cerbezelikte sınır tanımadılar. Prof. Dr. Mesut Gülmez hocanın moderatörlüğünde gerçekleştirilen Abant Çalıştayı kuşkusuz çok çetin ve bir o kadar da yorucu geçti. Ancak bilinmeli ki bugün sendikalarımız, çalışanlarımız Toplu Sözleşme hakkını elde etmişse bunun kapısı Memur-Sen'in Abant'ta tarih yazan duruşu ve mücadelesi ile Abant Çalıştayı'nın sonuç bildirgesiyle aralanmıştır. Memur-Sen bu kapıyı 12 Eylül 2010 Referandumu'nda memur, işçi, köylü, çiftçi, esnaf.... hasılı 75 milyonla el ele vererek, "evet" kampanyası yürüterek daha da zorlamıştır. Memur-Sen'lilerin, öpülesi nasırlı elleriyle Köylü Ahmet Amca, Mehmet Amca, Ayşe Teyze, Fatma Teyze milletimizin referanduma %58 "evet" kararıyla toplu sözleşme hakkı elde edildi. Hatırlayın birileri bazı merkezlerden aldıkları emirlerle toplu sözleşmeye gidecek yolu tıkamak için serçe kuşunun bile aklını donduracak bir basiretsizlik ve talihsizlikle "hayır" kampanyaları düzenleyip, afişler, kitaplar bastırdılar. Paradoksa bakın ki bu hayır kampanyası yürütenler maalesef çok acıdır kendilerini sendikacı olarak tanıtıyorlardı. Akla, hayale gelmeyecek iftira ve cerbezelikleri, medeni bireylerin, insan olan insana asla yakışmayacak üslup ve nezaketsizlikleri çok sevindiricidir ki çalışanlarımız, milletimiz tarafından çok iyi görülüyor ve gereği yapılıyor. Çok şükür ki çalışanlarımız ve milletimiz darbecileri ve onların destekçilerini sevmiyor, bunların binbir tuzaklarını çok iyi hissediyor. Mutluyuz ki; her türlü meşru yapıya destek veriyor ama asla illegal yapılara ve onların arkasındaki taşeronlara pirim vermiyor.
Sonuç Memur-Sen'imizin tarih yazan, destan yazan, değer odaklı sendikacılığı çalışanlarımızda karşılık buluyor. Bugün itibariyle 11 hizmet kolunun 10'unda Memur-Sen'e bağlı sendikalar yetkiyi almıştır ve başarılı bir şekilde bu yetkinin gereği yapılmaktadır.
Artık her şey o kadar açık ve net ki fazla söze ihtiyaç bırakmıyor, akıl, göz ve vicdan en doğrusunu görüyor, hissediyor, en doğru kararları aldırıyor. Binbir meyveli Memur-Sen ve TOÇ BİR-SEN'e, Bremen Mızıkacıları'nın koro halinde akılları durduran, insaniyeti öldüren, hak ve hakikati inciten iftiracılara, cerbezecilere, millete, ülkeye binbir sinsi tuzak kuranlara; darbecilere, darbe sevenlere, postal yalayarak güç elde etmeye çalışan zavallılara; illegaliteyi meşru görüp karanlık terör örgütlerinin maşası olanlara artık çalışanlarımız, milletimiz prim vermiyor, vermeyecek. Memurlarımızın "karanlık odakların sinsi oyunlarını bozarak", kararlı bir biçimde Memur-Sen ve bağlı sendikalarındaki saygın yerlerini almaları her türlü takdirin ötesindedir. Bu yer alış aynı zamanda başka bir konfederasyona mensup sendikadan istifa ederek, TOÇ BİR-SEN ailesine yeni üye olmuş bir arkadaşın dediği gibi; "Bu saygın aile içerisinde yer almak memurlarımızın kendileri, eş ve çocukları, ülkemizin, milletimizin geleceği adına bir sorumluluk anlayışının erdemli bir biçimde gereğini yapmaktır" tanımlamasının hepimiz için çok iyi bir tema olduğu kanaatindeyim. Bu durum kuşkusuz sevinilecek, mutlu olunacak bir seviyedir. Ancak unutmayalım ki; bu seviyenin yükseltilmesi bütün Memur-Senlilerin, TOÇ BİR-SENlilerin ortak sorumluluğudur.
Hoşça kalın, esen kalın....