Yeni Bir Dünya İçin "Yeniden Büyük Türkiye"
Kuruluşundan itibaren kamu görevlilerinin hak arama mücadelesinin öncülüğünü üstlenen Memur-Sen, özgür ve müreffeh birey, sivil toplum ve gerçek anlamda demokratik hukuk devletinin inşasında da hem öncülük yapmış hem de ödünsüz davranmıştır.
Emek ve emeğin değeri ile demokrasi ve özgürlükler arasındaki ilişkiyi doğru bir zeminde kurmak konusundaki hassasiyeti, Memur-Sen’in hem kendi kulvarında rakipsiz hem de Türkiye’nin en büyük emek örgütü olmasını sağladı. Bu yönüyle Memur-Sen, emek örgütü olmanın yanında özgürlük hareketidir.
Biz sadece yaşadığımız zamanın değil ötelerin ötesinden beslenen büyük bir davanın sendikal alandaki misyonerleri ve vizyonerleriyiz. Her zaman ve zeminde davamızı önceledik. Medeniyetin yeniden inşası ve medeniyet değerlerinin ihyası davası mücadelemizi bihakkın gerçekleştirmek için bugüne, yakın ve uzak geleceğe dair hedefler belirledik. Yol haritaları oluşturduk, yol arkadaşlarımızın sayısının artmasına çalıştık. Davaya sadakat ve samimiyetten taviz vermeden hedeflerimize ulaşmak için hem milletimizle hem de kamu görevlileriyle aynı istikamete doğru yol aldık. Konfederasyon olarak, hep daha iyiyi aradık, daha iyinin gerçekleşmesi için mücadele ettik. Erdemliler hareketi olarak, kamu görevlilerine, milletimize ve insanlığa hizmet etmek için sadece ülkemiz, milletimiz ve kamu görevlileri için değil gitmediğimiz coğrafyaların mazlumları için de sorumlu sendikacılık yaptık. Kazanım üretmeyi ne toplu sözleşme masasıyla ne de toplu sözleşme süreciyle sınırlı gördük. Katıldığımız tüm kurullardan ve görüşmelerden kazanımla döndük. Bugün de kadim medeniyetin dünyayı kuşatması ve Yeniden Büyük Türkiye’nin inşası adına yeni hedefler belirlemenin arifesindeyiz. Bu noktada, örgütlü çalışma hayatı, demokratik Büyük Türkiye ve adil dünya düzeni temel hedeflerimiz arasında yer alıyor.
Yeniden Büyük Türkiye hedefine değinmeden, Eski Türkiye’de neler olduğunu, neler yaşadığımızı, nelerden mahrum edildiğimizi ifade etmek yararlı olacaktır. Son yıllarda yaşanan sessiz devrimle nereden nereye geldiğimizin fotoğrafını çekelim. Açık oy gizli sayım gibi antidemokratik bir yöntemle yapılan 1946 seçimlerinden sonra, 1950 yılında yapılan ve halkın demokratik yöntemle ilk kez iktidarı belirlediği seçimlerle “Yeter Söz Milletin” parolasıyla millet iradesini iktidara taşıyan ve ezanı Türkçe’den aslı olan Rabçaya çeviren Adnan Menderes, 27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidardan uzaklaştırıldı. Yetmedi, düzmece bir mahkemenin kararıyla, iki arkadaşıyla birlikte idam edildi. Bu darbe, millet iradesine yönelik ilk ve katil bir darbeydi. Bu darbenin eseri 61 Anayasası da millet iradesini öteleyen, devletin kurumlarını millet iradesinin yerine koyan, vesayeti anayasal kuruma dönüştüren bir anayasaydı. 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül ihtilali vesayeti güçlendiren, kökleştiren antidemokratik süreçler olarak tarihe geçti. 28 Şubat 1997’de gerçekleştirilen en zalim darbeyle de yasaklar ve vesayet zirve yaparken, hukuk, demokrasi, insan hakları sümen altı edildi, dünya demokrasi liginde sonuncu sıralara kadar geriledik. Vesayete karşı en büyük zafer 12 Eylül 2010 referandumuyla kazanıldı. Vesayetin oksijen bulma ve nihayetinde yaşama şansı kalmadı.
12 Eylül 2010 referandumuyla yasakları kaldırarak, bireyin haklarını artırarak kendini milletin vasisi gören devletten, milleti de kendisini yönetme becerisinden yoksun gören zihniyetten kurtulduk. İfade, düşünce, inanç ve girişim özgürlüğünün alanı genişledi, yaygınlaştı. Vesayet topyekun bitti. Bundan sonra tepki değil kurucu olma, geçmişe yönelip sitem eden değil geleceğe dönüp adaletli bir sistemle sorunlara çözüm üreten bir Türkiye’nin var olması için katkı sunacağız.
Yeniden Büyük Türkiye mümkün mü? Elbette mümkün. Geleceğin Türkiye’sine hızlı adımlarla ulaşmamızı sağlayacak sistemi kuracak ortak akıl, bölgesine liderlik yapacak tarihsel birikim ve dünya sathında oyun kuracak vizyoner kararlılık hem millet hem devlet yönüyle artık Türkiye’de var.
Ancak, Yeniden Büyük Türkiye’nin kurulmasının, kurumsallaşmasının anahtarı eğitim, eğitimde anahtar kavram ise insanı önceleyen, özgürleştiren ve kendisi olma fırsatlarıyla hemhal kılan müfredattır. Bu çerçevede, eğitimi öncelemeyi kürsü hamasetine hapsettiğimiz bir retorik olmaktan çıkarmalı temel bir stratejik hamleye dönüştürmeliyiz. Bu dönüşüm öncü adımları atıldı, ancak henüz dönüşüm gerçekleştirilmedi. Türkiye, uzun bir aradan sonra IMF’ye borcunu ödeyerek küresel ekonomik vesayetten, 12 Eylül referandumuyla siyasi ve hukuki vesayetten nasıl kurtulduysa, 4+4+4 eğitim reformuyla da doğrudan bireyi/milleti hedef alan eğitim alanındaki vesayetten büyük oranda arındı. Son on yıllık sürece baktığımızda sınırlı din eğitimi, katsayı engeli, kesintisiz eğitim ucubesi, başörtüsü yasakları kalkmıştır. Bu yazıyı kaleme alırken Memur-Sen camiası olarak yıllardır dile getirdiğimiz bir talep daha gerçekleşti. Ortaöğretimdeki kız öğrencilere yönelik başörtüsü yasağının sona erdirecek Yönetmelik değişikliğinin Bakanlar Kurulunca kabul edildiği bilgisi kamuoyuyla paylaşıldı. Eski Türkiye’nin ötekileştirme aparatları, özgürleşme refleksini hareket geçiren milletin iradesi doğrultusunda bir bir tarihin çöp sepetine atılıyor. Bu bakımdan, yasakların, sınırlamaların, ötekileştirmenin, dayatmanın ve ayrımcılığın sona erdiği Türkiye resmi, millet ve onun siyaseten yetkilendirdiği iradenin el birliğiyle tamamlanmak üzeredir. Tamamlanmak üzeredir diyorum. Çünkü, hala birkaç adıma ve bazı eksiklerin giderilmesine ihtiyaç var. Erkek kamu görevlilerine yönelik kılık-kıyafet dayatması sürüyor. Kravat tak, saçları kısa kes, favori uzatma, sakal bırakma, bıyıkları şöyle kes/kesme, ceket ve kumaş pantolon giy emir ve yasakları hala hüküm sürüyor. Kadın kamu görevlileri büyük oranda yasak ve dayatmalardan kurtuldu. Ancak, üniformalı görev yapılan kurumlardaki kadın kamu görevlileri askeri emir şeklinde düzenlenen Yönetmeliğin esareti altında. Biz, bu yasak ve sınırlamaların da kalkmasını istiyoruz.
Darbeler döneminde, dip yapan sadece özgürlükler, demokrasi ve hukuk olmadı. Sosyal devlet, adil devlet ilkeleri ile ekonomi, kişi başına düşen gelir ve ücretler de dip yaptı. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri “70 sent’e muhtaç Türkiye” kabusunu yaşamamıza ve IMF denetiminde küresel vesayete mahkum edilmemize neden oldu. 2002 yılından itibaren ortalama yüzde 5 büyüyen ekonomimiz, 15 Mayıs 2013 tarihinde IMF’ye olan borcun da bitmesiyle küresel vesayetten kurtuldu.
Daha iyisi mümkün mü? Evet, ekonomi alanında gerekli dönüşümler ve doğru tercihler hayata geçerse mümkün. G-20 ülkeleri içinde yerini alan ülkemiz, büyük bir ekonomik sıçrama yaparak G-8’ler bloğuna katılabilir, 10 bin dolar olan kişi başına milli geliri, orta gelir tuzağına saplanmadan üst gelir gruplarının içinde yer alacak şekilde artırabiliriz. Bunları başarmak için, Yeniden Büyük Türkiye’nin inşası, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla var olması ve kurumsallaşması öncül şartlarını sağlamalıyız. Bu öncül şartları sağlamak, reform ve restorasyon süreçleriyle zenginleştirilmiş büyük bir zihniyet devrimiyle mümkündür. Hem ekonomi hem de sosyal politika alanında yeni değişim, dönüşüm ve yenilikler için sosyal diyalog mekanizmalarının yeniden devreye sokulması, büyük istişari organların proaktif hale getirilmesi gerekiyor. Öncelikle Orta Vadeli Ekonomik Program ve bütçe hazırlıkları aşamasında sosyal ortak ve paydaşların görüş ve önerileri alınmalıdır. Türkiye’nin en geniş tabanlı organizasyonu olan Ekonomik ve Sosyal Konsey, Türkiye ve dünyanın gerçek gündemlerini konuşmak üzere toplantıya çağrılmalıdır. Öncelikli gündem ise kamu düzeninin, çalışma ve toplumsal hayatın kronik baş ağrısı haline gelen, taşeron işçilik ve iş kazaları olmalıdır. Aksi takdirde, sosyal cinayete dönüşen iş kazaları ile sosyal devlet ilkesini yerle bir eden taşeron işçilik uygulamaları, ülkemizi demokratik Cumhuriyetten taşeron Cumhuriyetine dönüştürecektir. Konfederasyon olarak, taşeronsuz bir Türkiye için mücadele etmeye, hem özel sektörde hem de kamu da kadrolu, güvenceli, ekonomik ve sosyal tüm hakları sağlanmış bir istihdam için mücadele etmeye devam edeceğiz. Yeniden Büyük Türkiye’nin mutlak başarılı olması gereken konuların başında sosyal adalet geliyor. Üçlü danışma mekanizmasının hakem ayağını oluşturan devlet erki, emek-sermaye arasında adil bir paylaşımı somut, objektif ve bütün kesimlerin iradesini yansıtacak biçimde hayata geçirmelidir. Aynı zamanda kamu işvereni sıfatına da sahip olan devlet, egemenliğin kamu hizmeti alanındaki somut görünümü olan kamu görevlilerinin talep ve beklentileri ile bütçe disiplini, ekonomik büyüme arasında anlamlı, kamu görevlilerini mağdur etmeyecek sürdürülebilir bir ilişki kurmalıdır.
Konfederasyon olarak, toplu sözleşme masasının uzantısı olan Kamu Personeli Danışma Kurulu’nu okul haline getirdik. KPDK’da olgunlaştırdığımız bir çok talebimiz çıkarılan yasalar ya da yönetsel düzenlemelerle kazanıma dönüştü. Yakın tarihte yürürlüğe giren Torba Kanun, bunun en son kanıtıdır. 28 Şubat mağduru kamu görevlilerinin açıkta geçen sürelerine ilişkin sosyal güvenlik primlerinin kurumlarca ödenmesi, daha önce kendilerince ödenen tutarların iade edilmesi ve bu sürelerin kazanılmış hak aylığında da değerlendirilecek olması hem demokratik bir çalışma hayatının oluşması hem de antidemokratik süreçlerin izlerinin silinmesi bakımından son derece önemlidir. Türkiye’nin normalleşmesinin yol haritasını gösteren çok değerli düzenlemeler bunlar. Yine bu düzenlemeyle, 4/C statüsünde istihdam edilen kamu görevlilerine yaşlılık veya malullük aylığına hak kazanıncaya kadar istihdam edilme hakkı gelmesi, aday memurların uyarma ve kınama cezası almaları halinde devlet memurluğuyla ilişiğinin kesilmesi uygulamasına son verilmesi temel insan hakkı olan iş güvencesinin kökleşmesine yönelik önemli adımlardır. Antidemokratik süreçlerle yürürlüğe konan nöbetçi memurluğu uygulamasının kaldırılması da Türkiye’nin normalleşme sürecine önemli bir katkıdır. Torba Kanun ile elde edilen kazanımlarının tamamına gazetemizin içeriğinde ayrıntılı olarak bulacaksınız bu nedenle fazla detayına girmeyeceğim. Ancak, programının merkezine insan ve insan onurunu koyan, yaptığımız basın toplantısında bu tercihini takdir ettiğimiz 62. Hükümet’ten yeni talep ve beklentilerimiz var. Bu talep ve beklentilerimiz, 2015 yılı Ağustos ayında kurulacak 2016-2017 dönemi toplu sözleşme masasına bırakılmamalı, 2015 Haziranında gerçekleşmesi beklenen genel seçimler öncesinde kazanıma dönüştürülmelidir. Detaylarını yine gazetemizin sayfalarında bulacağınız taleplerimizden disiplin cezalarının affı, emekli ikramiyesinde 30 yıllık süre sınırının kaldırılması, 4/C kapsamında istihdam edilen personelin kadroya geçirilmesi, 2005 yılından sonra göreve başlayan/başlayacak memurlara 1 derece verilmesi, emeklilerin aile yardımından ve banka promosyonundan yararlanması, öncelikli olmazsa olmaz taleplerimiz. Memur-Sen olarak, geçmiş dönemde kamu işvereniyle birlikte çalışarak üzerinde büyük oranda uzlaştığımız konuların toplu sözleşme masasına getirilmesine gerek kalmadan kazanıma dönüşmesini, “söze sadakat” ve “toplu sözleşme masasının değerini artırma” yaklaşımının gereği olarak görüyoruz.
Yeni bir dünya için küresel bir adaletin sağlanması gerektiğini, bunun içinde uluslararası kuruluşlarının organizasyon yapılarının ve yönetimlerinin çoğulcu, katılımcı ve adil olması gerektiğini sürekli söyledik. Ancak, uluslararası toplumun da onayladığı bu haklı talep halen karşılanabilmiş değil. Uluslararası kuruluşlar, antidemokratik yapılarını ne yazık ki aynen sürdürüyorlar. Dünyada yaşanan savaşların, zulümlerin ve kaosların bitirilememesinin önemli bir gerekçelerinden biri de bu durum. Birleşmiş Milletlerde beş ülkenin veto hakkı var. Bu beş ülkeden birinin hayır dediği bir kararın çıkması, uygulanması mümkün değil. Bu durum, matematiksel olarak, veto hakkı olan 5 ülke hatta bu ülkelerden sadece biri, dünyadaki 200 ülkeden büyüktür şeklinde ifade edilebilir. IMF ve Dünya Bankası’nın yapısı da demokratik değil, çoğulcu ve katılımcı bir yaklaşım yerine ‘parayı veren, düdüğü çalar’ kriteri temel paradigma haline gelmiş. Ulus ötesi siyasi, askeri ve ekonomik kuruluşlar bu antidemokratik yapılarıyla, emperyalist güçlerin oyuncağı olmaktan, dünyadaki katma değeri fakir ve gelişmekte olan piyasalardan alıp zengin ülkelere transfer etme işlevi görmekten öteye geçmiyorlar. Bu adaletsiz tabloyu Necip Fazıl Kısakürek şu dizeleri güzel özetliyor:
Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Bu küresel düzensizliğin, adaletsizliğin son bulması için yeni ve adil bir adım atılmalı, BM, Dünya Bankası ve IMF yönetiminde çoğulcu ve katılımcı yönetim anlayışına geçilmeli, parayı verenin düdüğü çaldığı platformlar olmaktan çıkarılmalıdır.
Küresel düzene karşı seslendirilen bu talebin hayata geçmesi, Türkiye ve Türkiye ile aynı potada bulunan ülkelerin kararlı tavır göstermesiyle mümkün. Memur-Sen olarak, Türkiye’nin hem içeride hem de uluslararası alanda temel hedefler bağlamında doğru yolda olduğuna inanıyoruz. Ancak, yukarıda belirttiğim gibi gelinen noktayı yeterli bulmuyoruz, daha iyisi mümkün, daha iyisi gerçekleştirilebilir diyoruz. Bu anlayışla, iş güvenceli, demokratik bir çalışma hayatı, Yeniden Büyük Türkiye, yeni ve adil bir dünya için daha çok çalışmaya, demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarının yükselmesi için artırarak katkı sunmaya devam edeceğiz. Kaliteli demokrasi yanında güçlü ekonomi için, ekonomimizi kırılgan olmaktan çıkarak orta gelirli bir ülkeden yüksek gelirli bir ülkeye evrilmesi için, üretime dayalı ekonomik büyümeyi yakalamamız gerekiyor. Bunun için ekonomi yönetiminin AR-GE faaliyet ve yatırımlarını artırması, ileri teknoloji içeren ve yüksek katma değer barındıran üretim faaliyetlerini teşvik etmesi, her açıdan güçlü bir devletin hiçbir açıdan mağdur edilmeyen kamu görevlilerine ihtiyaç duyduğunu kabul etmesi noktasında yoğun sivil toplum baskısı oluşturacağız.
Kararlı bir şekilde devam eden Çözüm Süreci de gösterdi ki, birlikte daha mutluyuz, birlikte daha güçlüyüz, birlikte daha rahat başarabiliriz. Bu birlikteliğimizi kardeşlik hukuku çerçevesinde kurumsallaştıracağız. Milletimizin birlikteliği ve devletin millet iradesini esas alması; hem yaşanabilir ve huzurlu bir Türkiye’nin hem de küresel adaletin sağlandığı bir dünyanın inşasında büyük bir sinerji kaynağıdır. Bu noktada, önceliğimizi hem dünyadaki hem de ülkemizdeki kutuplaşmaların son bulmasına ve yeni kutuplaşma zeminlerinin önlenmesine vereceğiz. Sivil toplum ve sivilleşme, kutuplaşmaların panzehiridir. Bu temel düşünceden hareketle, sivil toplumun güçlenmesi için, sivil toplumun güçlenmesinin en önemli unsuru olan örgütlenmenin hız kazanması için yoğun bir çaba harcayacağız.
Bu yıl sendika şubelerimizin, genel merkezlerimizin ve konfederasyonumuzun genel kurulları var. Yeniden Büyük Türkiye’nin ön şartı olarak gördüğümüz kurum ve kurallarıyla hayata geçmiş demokrasiyi, önce kendi örgütlerimizde hakim kılacağız, genel kurullarımızla örnek olacağız. Kırmadan, kırılmadan, davayı önceleyerek, genel kurul süreçlerimizi, el birliğiyle, gönül birliğiyle tamamlayacağız. Kimin seçileceğini ya da kimi seçeceğimizi değil, medeniyet davasına inşacı kimliğimizle yön verme, vizyon katmayı önemseyeceğiz. Bütün teşkilatımız ve bütün mensuplarımız açısından, bu genel kurullar medeniyet davası ve büyük hedefler karşısında teferruat hükmündedir. Genel kurullardaki seçim yarışından daha önemli olan Memur-Sen’in soylu mücadelesine dahil olma seçiminde bulunacak kamu görevlilerimizin sayısının artmasıdır. Bunun için, teşkilatlarımızın bu yılda örgütlenmeye büyük bir ağırlık vereceğini, sürekli kazanım üreten konfederasyonumuzun emeğinin karşılığını üye sayısına yansıtacaklarına yürekten inanıyorum.
Memur-Sen sadece kamu görevlilerinin kazanım üretme merkezi değil aynı zamanda mağdur ve mazlumlara, kim olduğuna bakmadan elini uzatan merhamet merkezidir. Çünkü biz biliyor ve inanıyoruz ki; insan ya da örgüt mazluma el uzattığında, yetime “yettim” dediğinde, mağdura destek verdiğinde sayılarla ifade edilemeyecek kadar büyür. Bu anlamda, Memur-Sen, büyüklüğünü ortaya koymuştur. Doğal afetlerin mağdur ettiği ülkemiz insanına, zalim yönetimlerin zulmettiği dünya mazlumlarına, Filistin’e, Gazze’ye, Sudan’a, Somali’ye, Arakan’a, Suriye’ye, Doğu Türkistan’a, Pakistan’a el uzattık. Mazlumların yardım çağrısına ve beklentisine duyarsız kalmadık. Harekete geçtik, paydaş kuruluşlarımızı harekete geçirdik. Çünkü, biz merhamet medeniyetinin bu çağdaki temsilcileri olduğumuzun idrakindeyiz.
Türkiye’nin ayağa kalkması, dünya mazlumlarının ayağa kalkmasıdır. Zulüm coğrafyalarının adalet ve hakkaniyetle buluşma umudunun artmasıdır. Türkiye’nin ayağa kalkmasının ön şartı, demokratik, sivil, özgürlükçü ve gelecek hedeflerine yol veren yeni anayasadır. Cumhursuz cumhuriyetten, cumhuru esas alan cumhuriyete, devletin milletinden milletin devletine, derin devlet yerine tarihsel derinlikten beslenen millet ve devlet anlayışını düzenleyen yeni bir anayasa istiyoruz. Yasakların, kısıtlamaların sınırlamaların istisna, özgürlüklerin, hakların esas olduğu sivil bir anayasa istiyoruz. Demokratik bir çalışma hayatı için, sivil anayasayla kamu görevlilerine siyaset ve grev hakkının verilmesini, emeklilere sendikal hakkın düzenlenmesini, örgütlenmenin tüm toplum kesimlerinde yaygınlaşmasını sağlayacak sivil toplum ve sivil siyasetin güçlenmesini istiyoruz. Çünkü, Yeniden Büyük Türkiye hedefine, yol haritası işlevi de görecek “Yeni Anayasa” ile daha kısa sürede ulaşabiliriz.
Bu çerçevede, “Yeniden Büyük Türkiye” kapsamında yakın dönemde önemli gelişmeler yaşadık. Cumhuriyet döneminin en büyük hukuk garabeti olan “367 kararı”nın tetiklenen kriz sürecinde ve Cumhurbaşkanını halkın seçmesini düzenleyen anayasa değişikliği referandumunda ‘millet ne diyorsa o” dedik. Çözüm adresi olarak milleti ve millet iradesini gösterdik. Millet iradesine saygı duyduk, saygı duyulması için alanlara çıktık. Sonuç Cumhurbaşkanın doğrudan halk tarafından seçilmesine ilişkin sistem değişikliği oldu. 10 Ağustos’ta gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimiyle de milletimiz ilk defa doğrudan kendi oyuyla C.Başkanı seçilmek için sandığa gitti ve kararını verdi. Bu vesileyle, millet tarafından kendisine “Yeniden Büyük Türkiye” hedefinin öncülüğü sorumluluğu da yüklenen 12. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’a, 62. Hükümete ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU’na Memur-Sen camiası adına tebriklerimi ifade ediyor, başarılar diliyorum.
Medeniyet değerlerimizin rehberliğinde, milletimizle birlikte yol alacağımız “Yeniden Büyük Türkiye”nin inşasında ALLAH yar ve yardımcımız olsun.