Tarih İdeolojilerin Sanrısı Değil Vakaların Hakikatidir
Millî Eğitim Bakanlığı’nın Tokat’ta bir imam hatip lisesine ‘Mustafa Sabri’ ismini vermesi ve sonrasında ani bir kararla okulun tabelasının indirilmesi üzerine Genel Başkanımızın konu hakkında yaptığı değerlendirmelerin çarpıtılması ve bilinçli bir karalama kampanyasına dönüştürülmesi sonucu yalana dur demek, doğruya hak vermek adına açıklama yapılması zarureti hasıl olmuştur.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın, eğitim-öğretim faaliyetinin devam ettiği bir süreçte Mustafa Sabri Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin isminin değiştirilmesi yönünde verdiği kararın gerekçesini kamuoyuyla paylaşmamasının da bir sonucu olarak, kararın icrası kapsamında “Mustafa Sabri” isminin yer aldığı okul tabelasının herhangi bir bilgilendirme yapılmadan kaldırılması, Tokat kamuoyu tarafından anlaşılamamış, sonrasında da çoğunluğun tepkisini çekmiştir. Bakanlık yetkililerinin, okulun adını belirlerken hangi saikle hareket ettiği, değiştirirken hangi olayların ve kimlerin tesirinde kaldığı hâlâ bir muamma olarak izaha muhtaçtır. Yetkililer, alınan kararın gerekçesini ve vazgeçmenin sebebini açıklamaktan imtina ediyor, kimse sorumluluk almıyor. Yani tartışmayı başlatan taraf, perde gerisinde tarih bilgisini geliştirmekle yetinerek gelişmeleri izliyor.
Konunun gündeme geldiği günden itibaren çok farklı açılardan kaleme alınan yazılar da ortaya koydu ki, ülkemizde tarih anlayışları, olayları, yaşanan gerçekleri, şahsiyetleri bütünlük içerisinde ele alan bir tavır yerine ideolojilerin gölgesinde hamasetle hatta kimi zaman saplantılı bakış açılarıyla ele alınıyor. Özellikle yakın tarih okumalarında ön yargılar son yargıya dönüşüyor, kati kararlarla vicdan mahkemeleri kuruluyor. Bu nakıs, çarpık anlayış, hakikatli değerlendirmeler yerine ezelden kendini haklı gören, şahsiyetleri ideolojiye göre tarihe istifleyen, kendisiyle aynı fikirde olmayanlara hayat hakkı tanımayan, ideolojik saplantılarını fikir diye beyan eden malumatfuruşçular türetiyor.
Bu açıdan bakıldığında da, birçok tarihi kaynakta ve yazılan güncel yazılarda “ilim sahibi, din âlimi” olarak itibar edilen, bu yönüyle de Tokat’ın tarihi ve kayda değer şahsiyetleri arasında yer verilen Mustafa Sabri Efendi’yle ilgili değerlendirmelerimiz birçok tarihçiye göre aslı olmayan olaylarla ilişkilendirilerek, âlimden hain türetme seanslarına giriliyor.
Felsefi ve ideolojik açıdan farklı noktalarda bulunan tarihçilerin Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’yle ilgili olarak kahir ekseriyetle ortak oldukları husus, din âlimi ve ilim sahibi olduğudur. Nihayet ilmî derinliği nedeniyle kendisine Şeyhülislamlık görevinin verildiği tarihî kayıtlarda mevcuttur. Mustafa Sabri Efendi’nin Millî Mücadele sürecindeki konumu ve beyanları hakkında ise farklı fikri zeminde yer alan tarihçilerin birleştikleri bir asgari müşterek oluşmuş değildir. Tarihçiler, bazı görüşlerini eleştirmiş lakin hain diye damgalanması, tarihî bir bilgiden ziyade kendi ideolojisini hainlik gibi kullanışlı bir alan üzerinden pazarlamaya alışmış kesimlerin cehaletidir. Bu açıdan, Mustafa Sabri’nin Millî Mücadele sürecine katkısı ya da zararı noktasında aksi iddia/ispat edilemez bir tarihsel kesinlik de oluşmuş değildir. Dert, tarihi gerçeklere yaslanmak değil, ille de bir yerlere saldırmak olunca, konunun ne, şahsın kim olduğundan ziyade kullanışlılığına göre ahkâm kesiliyor.
Hâl böyle olunca, genelde toplumumuzun çoğunluğu tarafından “din adamı ve ilim sahibi” vasıflarına itibar edip Şeyhülislamlık makamına layık görülmüş bir şahsiyetin isminin bir imam hatip lisesinden alınmasına ve bu ismi taşıyan okul tabelasının kaldırılmasına yönelik değerlendirmelerin Konfederasyonumuzu, Sendikamızı ve Genel Başkanımızı tahkire; vatan, millet, ülke sevgisi yönüyle tezyife ve algı faaliyetlerine sermaye yapılması, bilinçli, sistemli ve hedefli bir kötü niyet kitlesinin oluştuğunu ve harekete geçtiğini göstermektedir. Herkes çok iyi biliyor ki, biz kurumsal olarak dün hangi değer üzere kurulduysak bugün de aynı noktada durmaktayız. Milletimiz, vatanımız, bağımsızlığımız söz konusu olunca geçmişte yaptıklarımız gün gibi ortadadır. Her zaman milletin ve milletin değerlerinin yanında olmuş bir teşkilata, dün durduğu yerle bugün bulunduğu yer arasında uçurum olanlar, dün karşısında durduklarıyla bugün kol kola girenler istikamet veremezler.
Ülkemizde birçok kuruma tarihe geçmiş şahsiyetlerin adı verilmekte, içinde tescilli darbeciler bile bulunmaktadır. Bunlara itirazı olmayanların hiçbir araştırma yapmadan kendilerini tarih otoritesi sayarak sırf din adamı olduğu için birine itiraz etmeleri manidardır. Bugün ülkede kurumlara adı verilmiş şahıslar üzerinde tek tek tartışma yapılacak olursa, bu tartışmaya belki onlarca örneğin de dâhil olacağı bir gerçektir. Ülkemizde tarihin belli dönemleri kendi gerçekliği üzerinde, kayıt ve belgelere dayalı bir şekilde açıklanmadığı sürece tarih okumaları maalesef kutuplaşma cihetinde devam edecek, sanrının baskısı birçok olayı/şahsı töhmet altında bırakmaya devam edecektir.
Tarihçilerin ve birçok yazarın farklı yönleriyle ele aldığı, ille de söz söylemek isteyenlerin mutlaka tarihte bir araştırma yapmak ve sadece gerçeklere prim vermek zorunda olduğu bu meselede Bakanlığın kendi açtığı gündemle ilgili sessizliği, konuyu başka bir boyuta taşımıştır.
Bu ortamı ‘bulanık suda balık avlama’ alışkanlığı ile birleştirip Genel Başkanımıza ve onun üzerinden sendikamıza yönelik karalama kampanyası başlatan zevat bilmelidir ki, biz her dönemde hamakat yerine hakikati, zor da olsa hakka sahip çıkmayı tercih ettik. Kendi ideolojik hezeyanlarını kusarak, bize dil uzatarak gündemde yer almaya çalışan gündem avcılarına asla fırsat vermeyeceğiz. Kendi sendikal erimelerine çare olarak sanal salvoyu kurtuluş reçetesi olarak yazmış, netameli vakaları beslenme alanı olarak belirlemiş tufeylilere değer vermedik, vermiyoruz, vermeyeceğiz; arkamızdaki seslere kulak asmayacak, önümüze bakacağız. Ancak, küfredenler, ağır hakaretlerde bulunanlar, kin ve nefret kusanlar bilsin ki, kişilik haklarımızı hedef alan saldırılar karşılıksız kalmayacak; ahlaksızlar, edepsizler yaptıklarının hesabını yargı önünde vereceklerdir.
Son olarak, bu konuyu tüm yönleriyle tarihçilerin dikkatine ve çabalarına havale ediyor; din âlimi ve ilim sahibi vasıflarına itibar ettiğimiz tarihi bir kişiliğe yönelik değerlendirmelerimiz üzerinden medya zemininde ve sendikal alanda yürütülen algı operasyonu fiillerinin hükümsüz kalacağı ve bu fiillerin faillerinin yüzsüzlüğünün kanıtlanacağı bu sürecin kısa sürede sona ereceğine inanıyoruz.