ÜSTADI RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya Türküsü’nde zikrettiği kılavuzun izinden yürüyerek 29 yıl önce aramızdan ayrıldı. İçinde engin his deryalarını, uçsuz bucaksız fikir ovalarını barındıran edebiyat dünyamızın gök kubbesi Necip Fazıl, Müslüman kimliğine sahip bir insan olarak fikrin, sanatın, aksiyonun ve dehanın zirvesine çıkma hedefinde kaydettiği muvaffakiyet; yetişmekte olan nesillere yol göstererek kendisini "Üstad" kılmıştır. Avrupa'nın 200 yıldır dünyaya yaydığı Aydınlanma düşüncesine yönelttiği eleştiriyle, materyalizme yol açan pozitivist ve rasyonalist düşüncenin yanlışlığını kökten tespitlerle ortaya koyar. Böylece, 20. yüzyılda vahye dayalı hayat ve medeniyet telâkkisini bütün yönleriyle savunduğu için çağdaş İslâm düşünürlerinin hepsinden ayrılır. Önce modern dünyanın bunalımını dile getirir, sonra da buna çözüm yolları arar.
O, yenilmiş, sindirilmiş, dağıtılmış bir coğrafyanın çocuğu olarak, bütün değerleri hayattan kovulmaya, batılı değerlerin, ya da bir kaç güçlü kimsenin uygun gördüğü kalıplara zorla sokulmaya çalışılan, geçmişi bir kalemde silinen, kökleri koparılmış bir toplumun arasında gözlerini dünyaya açtı. Kendi okumuşu ve cebinden maaşını verdiği memurları tarafından horlanan, aşağılanan, zorla değiştirilmeye çalışılan bir toplum var mıdır dünyanın herhangi bir yerinde? O buna şahit oldu. Kendi toplumunun tarihiyle, kültürel değerleriyle, inancıyla savaşan kişilerin yön verdiği bir ortamda yetişti.
Yalanların ilim diye öğretildiğini, ihanetleri, değişim adına işlenen cinayetleri, kültür ve medeniyet aktliamını gördü. Aydın denilen okumuşların sığ, yozlaşmış, jakoben ve güçlülerden yana oynayan kalemlerini ve konuşan ağızlarını öğrendi. İçinde yaşadığı toplumun geçirdiği sosyal ve kültürel sarsıntıların yankılarını ve kişilik endişesini benliğinde hissederek yetişti. “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe” diye haykırarak toplumun vicdanında saklı duran öfkeyi, tepkiyi, anlamlı suskunluğu gür bir sesle dile getirmeye çalıştı. O suskun öfkenin tercümanı oldu.
Fikirde, sanatta, ahlâkta, estetikte ve aksiyonda sürekli seviyeyi arayan, kaliteli olmaya önem veren biriydi. Hiç bir zaman vasatın altına razı olmazdı. Yaptıkları veya söyledikleri bazılarına göre aşırı gelse de, ucuz şeylere ve basit sevinçlere alıştırılmış bir toplumu yüreklendirmeye çalıştı. O el attığı her alanda, söz söylediği her yerde hep önde oldu, ‘üstad’ diye çağrıldı. Şiirde, hikâyede, tiyatroda, köşe yazarlığında, hitabette, tarih tezlerinde hep tek kaldı, hep önden gitti.
O yalnızca bir şair değildir. Bununla beraber o, milletimizin kendini bulmasında, kendine gelmesinde ve tarihi misyonuna yeniden kavuşmasında, çok şeyi önceden söyleyen ve ses getiren eserler veren bir‘sanatkâr’dır.
Kısa sayılabilecek bir ömre olabildiğince çok şey sığdırmaya çalışan velûd (çok eser veren) bir yazar, fikir üreten bir mütefekkir, zamanın ve tarihin şuurunda bir ‘iman ve aksiyon’ adamıdır da. O dediklerini yaşamış, iddia ettiklerini cesurca savunmuş, eserlerini aşmış bir kişiliğin adamı olmuştur.
Necip Fazıl kubbemizde hoş bir seda bırakıp gidenlerdendir. Önemli olan onun kubbede bıraktığı bu hoş sedayı duyabilmek ve ondan yararlanabilmektir.
Onu rahmet ve minnetle anıyoruz.