Her eylem yeniden diriltir beni...
Başlangıçta “Cumhuriyet ve Demokrasi” gibi siyasal değerler üzerine kurulan bu ülke, zaman içinde, biçimini korumakla birlikte, özünde kralların ve padişahların yetkilerini dolaylı olarak kullanan bir sınıfın buyruklarıyla biçimlenen ve hareket eden bir kanun devleti haline getirilmiştir. Devlet denen mekanizmayı ellerinde tutan gruplar, yasalar yoluyla korumaya aldıkları çıkarlarına yine de bir zarar geleceğini düşündüklerinde, derin yapılanmalara ve karanlık eylemlere girişmekten kaçınmamışlardır. Başta ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel çıkarlar olmak üzere birçok şeyi kendi amaçlarına uygun olarak yeniden paylaştırmışlardır. Doğal olarak farklı çıkar gruplarına eşit mesafede duran, onlar arasında ayrıcalık tanımayan devletimiz ne uzun zamandır olmadı.
Her darbe öncesi bilerek ve isteyerek devleti oluşturan kurumlar arasında ve toplumu meydana getiren gruplar arasında çıkartılan çatışma, darbenin gerekçesi haline getirilmiş; her darbe sonrasında ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesinde sendikaların, siyasi partilerin, karar vericiler arasında olma haklarına kısıtlama getirilmiştir. Her darbe döneminde biraz daha derinleşen hukuksuzluk, hak ihlalleri, gelir dağılımındaki eşitsizlik sendikal mücadeleyi çok daha anlamlı kılmıştır.
İşte, tam da böylesi durumda, biz, hazır bulunmuşluğumuzla ve adanmışlığımızla tarih sahnesindeki yerimizi aldık. Muhataplarımızın sordukları, soramadıkları ya da akıllarına gelmeyen sorular için cevaplarımız vardı. Diğerini yok etmeye odaklanmamış, bilgi ve adanmışlığı merkeze koyan yeni bir anlayışla daha etkin sendikacılık için yola çıktık. Akılları, duyguları, vicdanları, sloganlarla, sembollerle esir almadan işimizi yaptık.
Hep söyleye geldik, az sayıda adanmış insanın öncülüğünde kitleler, çağların akışını değiştirmiştir. Biliyoruz ki öncelikle kendini yetiştirmiş insanlar tarafından yürütülen, insan aklını ve vicdanını hedef alan bir hareketin önünde durmak mümkün değildir. Yine kesin bir gerçeklik olarak biliyoruz ki insanlara doğru olanı, yararlı olanı anlatalım gerisini onların aklı halledecektir. Çünkü fikirler insanla ilgili işlerin toptan satıcısıdır.
Nitekim öyle de oldu. Sendikal mücadelenin uzun soluklu bir yürüyüş olduğunu bilerek yola çıktık. Bütün ülkeyi kuşatacak, geleceği şekillendirmede sorumluluk alabilecek, ilkeli ve erdemli bir çağrı etrafında şekillenen kurumsal kimliğimiz, yankısını buldu. Artık Türkiye’nin en büyük memur konfederasyonu: MEMUR-SEN.
Ebedi Genel Başkanımız Akif İnan ve arkadaşları tarafından, 14 Şubat 1992’de Eğitim-Bir-Sen’le başlatılan yürüyüşümüze, Bem-Bir-Sen, Birlik Haber- Sen, Sağlık-Sen, Büro-Memur-Sen, Diyanet-Sen, Enerji-Bir-Sen, Ulaştırma- Memur-Sen, Toç-Bir-Sen, Bayındır- Memur-Sen, Kültür- Memur- Sen katıldı. “BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ, SEN YOKSAN BİR EKSİĞİZ” diyen bir anlayışla MEMUR-SEN, 9 Haziran 1995 tarihinde kuruldu.
Birlik ve beraberlikten ödün vermeden, yapıcı, inşacı ve ihyacı sendikacılık anlayışıyla hareket ettik. Modern dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalmadan yerli bir duruş sergiledik. Şunu öncelikle söyledik: Siyasal seçenekleri ne olursa olsun, bütün meslektaşlarımızın yığınla ortak sorunları ve beklentileri var, biz öncelikle bunlara odaklanmalıyız. Biliyoruz ki ortak sorunlarına/ gereksinimlerine öncelik tanımayan hiçbir örgütlenme başarılı olamaz. Bu anlayışla bir yandan üyelerimizin karşılaştıkları bireysel sorunlara çözerken, diğer yandan ortak sorunlarımız için çözüm ürettik, mücadele ettik. Bugüne kadar kamu çalışanlarının mali, idari, ve sosyal kazanımlarında en fazla çaba harcayan biz olduk. Bir araya geldiğimizde yaşayışımızı doğrudan etkileyen sorunlarımızı birlikte çözebileceğimizi her defasında kanıtladık.
Eylemlerimizi, ufkumuzu sadece yaşadığımız dönemle sınırlamadık. Gelecek kuşaklara; daha demokratik, daha müreffeh, daha özgür bir Türkiye bırakma idealini hep canlı tuttuk. Kimliğine bakmaksızın zulme maruz kalan her insanın yanında olduk, olmaya devam edeceğiz.
Dolayısıyla, “Örgütlü mücadelede bize katılın, insan onuruna yaraşır hayatı birlikte kurabiliriz, emeğimizi ve ekmeğimizi birlikte yüceltebiliriz !” çağrımıza yüz binler karşılık verdi. Kuruluşunun 14. yılında MEMUR- SEN, 376 bin 355 üyesiyle yetkili konfederasyon oldu. Bu başarıda emeği geçen herkesi kutluyor ve teşekkür ediyorum.
Artık kamu sendikalcığında yeni bir dönem başladı. Bugüne kadar elde ettiğimiz mali, idari ve sosyal kazanımların yanında geliştirdiğimiz: Ön yargıları yenme, farklı düşüncelere ilgi gösterme, bilgi toplama, strateji geliştirme, demokratik katılım ve karar alma, kişisel sorumluluk alma, grup içinde rol alma, grup dinamiklerini geliştirme, yaşadığı toplum- ülke- dünya sorunlarına duyarlılık, cesaret-kararlılık- adanmışlık gibi hasletlerimize bundan sonra daha çok ihtiyacımız olacak. Yeni dönemde de okuyarak, tartışarak, yaparak, yaşayarak öğrendiklerimizi aramıza yeni katılan dostlarımızla paylaşarak çoğaltacağız.
Bu ülkenin can yakıcı sorunları hâlâ devam ediyor, her birimiz aynı derecede önemliyiz. Çünkü örgütlerin büyümesinde, gelişmesinde, etkin olmasında, şüphesiz en önemli bileşen, insan varlığıdır; onun var olan ve gelişebilecek bilgileri, becerileri ve tutumlarıdır. İnsan odağımızı asla yitirmemeliyiz. Çünkü insan pek çok alanda olduğu gibi örgütlü mücadelenin öznesidir. İnsanı göz ardı eden her girişimin, iyi bir dilek olarak kalması, başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır.
Attığımız her adımda şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: Ayaklanmacı bürokratik oligarşi ve onların işbirlikçisi çıkar grupları tarafından kurulmuş bu düzenin değişmesi, daha özgür daha demokratik, daha müreffeh bir Türkiye’nin kurulması biz olmadan gerçekleşemez. Geçmiş alışkanlıkların, devlet geleneği adı altında faşist Almanya ve İtalya’dan devşirilmiş tahakküm etme, topluma diz çöktürme, halkı esir alma stratejilerinin, insanımızı tutsak etmesine ve yönetmesine karşı koymak ilkin bizim görevimizdir.
İnsanlığın birikimlerini yok sayan; modern dünyanın geldiği özgürlükçü- katılımcı demokrasiyi kendi halkına çok gören; bu çağ dışı darbe mantığının, hukuk, anayasa, yönetmelik, protokol gibi kavramların yardımıyla yüzyıllar sürecek bir yönetim biçimi olarak yaşayamayacağını göstermek bizim işimiz. Ülkeyi yaşanmaz kılan, kendini türlü kavramlarla maskeleyen zorba gücün, kendi sınırlarına çekilmesi diğer aktörlerle birlikte bize bağlı. Ve her zaman olduğu gibi ön saflarda biz olacağız.
Çünkü biz, gerçek sivil toplumun sivil örgütleri, zorbaca kullanılan her türlü gücün karşısında dengeleyici kuvvet olarak durabiliriz. Bilerek tahrip edilen barış ortamının ardından teklif edilen “güvende olma” garantisi insanları kolayca tuzağa düşürebilir. Biz, kendisine kayıtsız itaat isteyen despot devlet anlayışının karşısında durabiliriz. Sivil örgütlerle bir araya gelerek özgürlüğün değerini koruyan bir düzeni savunabiliriz. Çünkü savunduğumuz değerlerin bugün aramızda yaşamayan insanlar ve henüz doğmamış nesilleri de ilgilendirdiğini çok iyi biliyoruz.
Devlet erki, bugüne kadar birlikte yaşama bilincini hep tahrip etmiştir. Yüzlerce yıl birlikte yaşama kültürü geliştirmeyi başarmış toplumlar, kendilerini devletin sahibi gören sınıflarca yok edilmiştir. Yeniden yaşanabilir bir ülke inşa etmek ancak sivil toplum ve sivil örgütlerin arasından zorba güçlerin çekilmesiyle mümkün olacaktır. Ancak biz, böyle bir iklimin hayat bulmasına öncülük edebiliriz, taşıdığımız değerlerle ülkenin her yöresine biz ulaşabiliriz.
Bu ülkede, bugüne kadar, her insanın kendi hayatıyla ilgili nihai tercihlerde bulunma hakkı olduğunu biz savunduk. Çünkü özgürlük, her insanın başkalarının müdahalesi olmadan kendi geleceğini belirleme hakkıdır. Eylemleri başkalarının haklarına müdahale etmediği sürece insanlar kendi hayatlarını nasıl yaşayacaklarına kendileri karar verebilmelidir. Nerede yaşayacağına, nerede çalışacağına, neye inanacağına karar verme herkesin kendine aittir. Herkes, kendi tercihlerini, ahlaki değerlerini, hayattaki amaçlarını, dolayısıyla çıkarlarının neler olduğu bilgisine kendisi sahiptir.
Biz, düşünce özgürlüğünden yanayız, bunu sonuna kadar savunacağız. Çünkü insanlar, yanlış bir düşünceye kapılmışlarsa bile, özgür bir toplumda, karşısındakinin fikirlerini kavramaya çalışırken kendi düşüncelerini geliştirebileceklerine, değiştirebileceklerine, ya da karşısındakine benzer süreçleri yaşatabileceğine inanıyoruz. Özgür bir toplumda, düşüncelerdeki ve inançlardaki çeşitlilik, fikirlerin rekabeti halinde ifade edilir ve sınanır. Kendini iyi ifade eden, sağlam temellere dayanan fikirler, diğerlerini hayatın dışına atar. Hiç kimse, insanlar için nihai amaç belirleyemez ve buna uymaya zorlayamaz. Aksi bir tutum toplumda yeni fikirlerin filizlenmesine, gelişmesine izin vermez.
Yeni dönemde de ücret, toplu sözleşme, özlük haklarının yanında özgürlük ve demokrasi taleplerimizi de hep yüksek sesle dillendirmeye devam edeceğiz. Biliyoruz ki demokrasinin olmadığı yerde, sendikal bilinç gelişmez ve sendikal hak arama yöntemlerinin yaşama şansı yoktur.
Geçen zaman içinde “Biz başardık!" dediğimiz o kadar çok örnek oldu, bundan sonra daha büyük hedefler tasarlamak ve yerine getirmek kaçınılmaz olacaktır.
Diğer yandan “daha iyi olabilirdi” dediğimiz her örnek için davranışlarımızı, stratejimiz gözden geçirmemiz de kaçınılmaz olacaktır. Bunlar büyümenin, kalıcı ve etkin olmanın temel koşuludur. Biz, Memur-Sen olarak daha özgür, daha müreffeh, daha adil ve barış içinde yaşayacak bir Türkiye’nin teminatı olmaya devam edeceğiz.