GÜNDOĞDU: TOPLU SÖZLEŞME YASASI, SEÇİMDEN ÖNCE ÇIKMALI
Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Eğitim Bir-Sen 4. Olağan Genel Kurulu, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ve çok sayıda davetlinin katılımı ile yapılıyor.
Genel Kurul’un açılışnda konuşan Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet
Gündoğdu, kamu çalışanlarının, Anayasa değişikliğiyle elde ettikleri toplu sözleşmenin ikincil mevzuatına yönelik isteklerini dile getirdi. Ahmet Gündoğdu, “Toplu sözleşme hakkını fiilen kullanmamızı sağlayacak yasal düzenlemeler, seçimden önce yürürlüğe konulmalıdır. Bu sağlanmazsa, “yeni Anayasa yapacağız” iddiasına inanmamız çok zor olacak” şeklinde konuştu.
Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılmasını isteyen Ahmet Gündoğdu, üniversite öğrenimi bitiren kızların, başörtülerini çıkarmadan kamu kurumlarında görev yapması gerektiğini ifade etti.
“Yeni bir Merve Kavakçı kabusu yaşamak istemiyoruz.
Bayan milletvekillerimize yapılan tayyör dayatmasına son verilmesini, bu ülkenin başörtülü giyimi benimseyen kadınlarının da milletin vekili olarak Meclis’te yer almasını temel insan haklarının gereği olduğuna inanıyoruz” diyen Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, sendikal anlayışlarını ise şu sözlerle ifade etti:
“Sağımızdakiler gibi içimize kapanamazdık.
Solumuzdakiler gibi kaldırım taşı söküp, cam çerçeve kıramazdık.
Biz, diyalog sendikasıyız.
Çünkü biz, konuşarak anlaşmayı, bir araya gelerek uzlaşmayı, çözümleri paylaşmayı ilke edinen medeniyetimizin sendikal alandaki temsilciyiz.”
18. Milli Eğitim Şura’sında alınan 200’e yakın kararın, geciktirilmeden hayata geçirilmesini de isteyen Ahmet Gündoğdu, “18. Milli Eğitim Şura’sına Eğitim-Bir-Sen damgasını vurmuştur.
Bütün komisyonlarda “aktif olma” kararımızı, Şura boyunca uyguladık.
Milli Güvenlik dersini askerler değil, sivil öğretmenler vermeli önerimiz, Türkiye’de gündemi değiştirdi.
Önerideki cesarete şaşıranlar kadar önerimizdeki ferasete karşı çıkanlar da oldu.
Bütün karşı çıkmalara rağmen, önerimizin Şura kararları arasında yer almasını sağladık.
Temel eğitimin yeniden yapılandırılmasını, zorunlu eğitimin kesintili olmasını,
karma eğitim zorunluluğunun kaldırılmasını, sözleşmeli öğretmen alımına son verilerek sadece kadrolu öğretmen istihdamı yapılmasını,
ek ders ücretinin 12 TL’ye çıkartılmasını,
zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yanında ders programlarında seçmeli Din Eğitimi Dersine yer verilmesini,
eğitim sisteminin 28 Şubat artığı bütün dayatmalardan kurtarılmasını istedik.
Bu vesileyle, Sayın Bakanımızdan, çözüme paydaş olmak iradesiyle büyük katkılar sağladığımız 18. Milli Eğitim Şura’sında alınan 200’e yakın kararın, geciktirilmeden hayata geçirilmesini beklediğimizi ifade etmek istiyorum” dedi.
Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen’in ülkenin demokratikleşmesine yaptığı katkıları da ifade eden Gündoğdu, 'Ortak Akıl Mitingleri' ile egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu haykırdıklarını, 'İsrail’i Tel’in mitingleriyle', akan kanın durmasını istediklerini, İstanbul Çağlayan Meydanı’nda “İsrail Vahşetine İsyan Mitingi”ne katılarak, zalime nefretlerini, mazluma desteklerini ortaya koyduklarını ifade etti.
“Toplu sözleşme hakkının” bulunduğu Anayasa değişikliği için “Toplu Sözleşmeye de Toplumsal Sözleşmeye de Evet” sloganıyla büyük bir kampanya başlattıklarını da hatırlatan Gündoğdu, “Rakiplerimizin sahiplerinin emriyle hayır kitapçıkları bastırdığı bir süreçte böyle bir kampanyayla “Evet” demek, eğitim çalışanlarımızdan, kamu görevlilerinden hatta bütün milletimizden “Evet” demesini istemek, gelecek kuşaklara anlatmaktan onur duyacağımız büyük bir sendikal başarı oldu.
Bu mücadelemizin tek ödülü, Anayasa değişikliğinin kabul edilmesi olurdu. Anayasa değişikliğinin yüzde 58’le kabul edilmesiyle, çok şükür ödülümüzü bizzat milletten aldık” şeklinde konuştu.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ise konuşmasında, Eğitim Bir-Sen’de demokratikleşmeye yönelik çalışmaları başlatan kurucu genel başkan Merhum Mehmet Akif İnan’ı saygıyla andığını söyledi.
Akif İnan’ın, değişimin tepeden değil, sivil toplum örgütleri vasıtasıyla olacağına inandığını söyleyen Bakan Çubukçu, düşünce dünyasının merkezine ise insanı koyduğunu ifade etti.
Toplumun gelişiminde önemli iki unsur olan yönetici ve eğitimcilerin ne derece değişime açık olduğunun sorgulanması gerektiğini de söyleyen Bakan Çubukçu,
“Günümüz insanı eleştirel olmalı, eleştirel değerler de bilimsel olmalıdır” şeklinde konuştu. Günümüzde, bilgiyi stoklayan değil, bilgiye rehberlik eden, bilgiye ulaşmada yol gösteren öğretmen profiline geçildiğini kaydeden Çubukçu, “Sosyal becerilerini en iyi şekilde kullanabilen, bilgiye ulaşımı en iyi bilen, değişim ve gelişime açık, en önemlisi de insan sıcaklığını öğrencilerine hissettiren öğretmenlerdir” şeklinde konuştu.
Sendikaların insan hak ve özgürlüklerini merkeze alan, sorunun parçası olmayıp, çözümün parçası olan sivil toplum örgütleri olması gerektiğini de ifade eden Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, “Eğitim Bir-Sen kurulduğu günden bugüne kadar problemlerin çözüme kavuşturulmasına yönelik ciddi akademik çalışmalar yapmıştır.
Sendikacılığı sadece sokakta değil, masada yapan bir sendikadır.
Eğitim Bir-Sen’in yaptığı çalışmaları takdirle izliyorum.
Bize iletilen bu raporları bizzat okuyorum, ekibimizle değerlendiriyorum.
Bu raporlar, bize yol gösterici olmuştur” dedi.
Sivil toplumun, demokrasinin vazgeçilmezi olduğunu da kaydeden Çubukçu, anayasa değişikliği ile kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı verildiğini hatırlatarak, anlaşmazlık halinde son sözün Bakanlar Kurulu’ndan alınarak Kamu Hakem Kurulu’na verildiğini dile getirdi.
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ise konuşmasında, YÖK’te katılımcılığı artırdıklarını ifade ederek, “Yüksek öğrenimin sorunlarının çözümüne yönelik attığımız adımlarda Eğitim Bir-Sen’in desteğini hep yanımızda gördük. Bundan dolayı da teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.
Daha sonra TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Mehmet Sağlam, BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, Has Parti Genel Başkan Yardımcısı Şeref Malkoç, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Necmettin Aydın ve Türkiye Partisi Genel Başkan Yardımcısı İhsan Işık selamlama konuşması yaptı.
Olağan Genel Kurul’da bugün, faaliyet ve bütçe raporlarıyla, tüzük çalışmaları ele alınacak. Yarın ise, zorunlu organların seçimi yapılacak.
GENEL BAŞKAN AHMET GÜNDOĞDU'NUN GENEL KURUL KONUŞMASI
Sayın Bakanım,
Sayın YÖK Başkanım,
Siyasi partilerimizin değerli yöneticileri,
Kurumlarımızın üst düzey bürokratları,
Değerli basın emekçileri,
Saygıdeğer misafirler,
Ülkesine, insanına, dünyaya ve insanlığa hizmet aşkını her fırsatta ortaya koyan,
Türkiye’nin en hızlı büyüyen, sözü yüksek, ufku geniş, en çalışkan, en vefakar, en
dirayetli sendikası ve sivil toplum örgütü olmak nitelikleriyle üye sayısı 170 binlere
ulaşan Eğitim-Bir-Sen’imize ruh veren
Davamızın öncüsü
Değerli Şube başkanlarım,
İl temsilcisi arkadaşlarım,
Delege kardeşlerim.
Her anında demokratik katılımcılığın güzide örneklerinin sergileneceğine inandığım
Sendikamızın 4. Olağan Genel Kurulu’na katılımınızdan, katkılarınızdan dolayı
teşekkür ediyor, şahsım, Yönetim Kurulum ve Eğitim-Bir-Sen ailesi adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hoş geldiniz, safalar getirdiniz, onur verdiniz.
Değerli Misafirler,
Bütün gerçek sivil toplum örgütleri gibi sendikalar da sadece yönetim organlarına,
yönetenlere hesap sormakla kalmazlar. Kendilerine güç veren mensuplarına, teşkilatlarına da
hesap verirler. Sadece ilgili oldukları alanlarla ait projeler ve hedefler ortaya koymazlar.
Kendi teşkilatlarına, kendi amaçlarına, kendi beklentilerine ve geleceğe dönük projelerini,
öngörülerini teşkilatlarıyla, üyeleriyle birlikte deklare ederler. Biz de 4. Olağan Genel
Kurulumuzda, geçmiş 3 yılın hesabını vereceğiz, gelecek 3 yıla yönelik hedeflerimizi
belirleyeceğiz.
Her geçen gün aralarına dalga dalga yenilerinin eklendiği 170 bin üyemize, üyemiz
olmasa da haklarını savunma sorumluluğunu üstlendiğimiz bütün eğitim çalışanlarına hatta
insanımıza hizmet sunmayı onur sayan tüm kamu görevlilerine yeni umutlar, yeni hedefler,
yeni kazanımlar, yeni ufuklar sunma gayretimizi geçmişte olduğu gibi gelecek üç yılda da
arttırarak sürdüreceğiz. Çünkü, muhatabı çocuklarımız, gençlerimiz ve insanımız olan,
medeniyetimizin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyerek öncelediği ve
önemsediği, insani gayretlere açık mazerete kapalı “Eğitim” alanında hizmet görüyoruz.
Medeniyetimizin ve kültürümüzün taşıyıcılığını yapıyoruz.
Değerli Dostlar
Medeniyetimizin bize hediye ettiği ferasetle;
Toprağını emekle işleyip altına, ipeğe, ekmeğe, şiire dönüştüremeyenlerin, topraklarını
koruyamadıklarını,
Halkına değer verip, güven verip mutlu edemeyenlerin halkı yanında tutamadıklarını,
Aklını kullanıp, ‘değişerek diri kalan’ı, ‘çürüyerek aynı kalan’dan ayıramayanların
akıllarına sahip çıkamadıklarını gördük.
Bilgiye bilgi, değere değer, neşeye neşe, umuda umut, sevgiye sevgi katmasını, aklını
gerektiğinde yeni baştan kurmayı, bir tek hayattan iç içe sayısız hayat, bir tek rüyadan iç içe
sayısız rüya, işe yarar ders, işe yarar sonuç ve yasa çıkarmasını, rüzgârdan bilgi, yağmurdan
zaman, sükûttan ezgi çıkarmayı beceremeyenlerin başarılı olamadıklarına tanık olduk.
Balçıktan yaratılan sonra da ruh verilen insanın sırrını, Yaradanın hikmetlerini
çözemeyenlerin, ne zamana, ne hayata, ne sanata, ne ahlaka, ne inanca, ne kendisine, ne
insana ve ne de bütün bunlara kaynaklık eden medeniyetlerine sahip çıkamayacaklarını idrak
ettik.
Bu erdemli kuşanmışlıkla, “Her ufuk, her zirve, her kale fethedilmek için kendi
Fatih’ini bekler.” sözündeki anlamı keşfederek; eğitime yön vermenin, sormayan
sorgulamayan vatandaş üreten eğitim sistemini değiştirmenin, eğitim çalışanlarının
ekmeklerini büyütmenin, maneviyatı sağlam, iradesi özgür, hedefi olan, kendi medeniyetini
yeniden ihya ve inşa etmenin heyecanını yaşayan insanlara hizmet eden sivil ve demokratik
bir Türkiye’yi var etmenin Fatihliğine soyunarak yola çıktık. Devrim niteliğindeki
kazanımlarla, tarihe not düştük.
“İçteki sürgün en amansız sürgündür; en amansız ölüm içteki ölümdür.” gerçeğini
kavrayarak, “Kim demiş her şeyin bitişi ölüm, Destanlar yayılır mezarımızdan” mefkuresine
sarılarak bizi kendi vatanımızda garip kılmak, kendi toprağımızda parya yapmak isteyenlerle
mücadele ettik. “Önderler ağlamadıkça halkın yüzünün gülmeyeceğine inanarak
yürüttüğümüz bu mücadelede, daha güçlünün değil, daha adaletlinin, daha gürültücünün
değil, daha marifetlinin ayakta kalacağını bilerek erdemli olduk, erdemlilerin tarafında olduk.
İnsanlık, tarih boyunca zalimle adilin, gürültücüyle marifetlinin, adanmışla satılmışın
yarışına tanıklık etti. Başlangıç nasıl olursa olsun, ezelde başlayıp ebede kadar sürecek bu
yarışların sonunda kazanan; hep sağduyu ve marifet sahipleri ile adanmışlar oldu, olmaya da
devam edecektir. Tarihin kaydettiği bu açık gerçeği kavramakta zorlananlar, Eğitim-Bir-Sen’e
baksınlar. Akılla yürütülen, cesaretle beslenen, marifet sahiplerinin medeniyet değerlerine
adanmışlığıyla sürdürülen bir sendikal mücadeleyle elde edilmiş yığınla kazanım ve zafer
görecekler.
Saygıdeğer Eğitim-Bir-Sen dostları,
Bizim kuşağımız biri post modern olmak üzere, üç darbeye tanıklık etti, deyim
yerindeyse darbelerle büyüdü. Gözlerimizi dünyaya açtığımızda, ilki üzerinden üç beş yıl
geçmişti, ikincisinde genç, sonuncusundaysa artık birer yetişkindik.
Bu ülkenin insanları, bir biçimde üretilen yapay çatışmalara taraf olmaya mecbur
edildi. Bu yolla, toplumsal birikimin oluşması engellendi. Toplumun birikimi ve
depolanamaz enerjisi, birbirini yok etme stratejilerine kurban edilmek istendi. Zaman zaman
başarılı da olundu. Türkiye’nin ideal bir terkip içinde kendi dinamikleriyle çağın
dinamiklerini yoğurarak yeni bir sentez üretmesine izin verilmedi. Temel stratejileri,
“Düşman gereklidir, düşman yoksa zafer de yoktur.” mantığıyla üreten siyasetçiler, siyasi
partiler, sivil toplum örgütleri ve sendikalar, varlıklarının devamını “yaşasınlara”
kahrolsunlara” bağladılar. Ya taraftarı oldukları ideoloji ya da düşman belledikleri kitle
üzerinden var olmaya çalıştılar. Ne kötüye karşı çıktılar. Ne iyiye destek oldular. Kendileri
dahi olamadılar. Kendileri adına karar verecek, ne yapacaklarını söyleyecek, neye karşı
çıkacaklarının talimatını verecek sahipler aradılar. Bahçe sahipleri buldular. Onlara arka
bahçe oldular.
Oysa, yeni dönemin kahramanları bizler, Eğitim-Bir-Sen’liler, Memur-Sen’liler ve
medeniyet paydaşımız sivil toplum örgütleri…Gelecek nesle daha özgür, daha demokratik bir
ülke bırakmak için mücadele edenler arasına adımızı yazdırdık. Biz, geleceğimize bizzat
kendimiz karar verdik. Kendimize sahip aramadık. Sahibi olduğumuz değerlerle, kendi
elimizle, kendi gücümüzle, kendi dilimizle, milletin çıkarı ve iradesi doğrultusunda daha
yaşanabilir dünya, daha özgür birey, daha güçlü Türkiye’nin mücadelesini verdik. Bugün
olduğu gibi yarın da, bizim için en yararlının ne olduğuna biz karar vereceğiz. Bizim
irademizi, bizim yerimize başkasının belirlemesine izin de fırsat da vermeyeceğiz.
Değerli Dostlar,
Eğitim-Bir-Sen olarak, sendikacılığa tartışmasız yeni bir soluk getirdik. Bir yandan
ücret ve özlük hakları mücadelesini verirken, diğer taraftan da Türkiye’nin geleceğinin
şekillenmesinde öncü olduk. Başta eğitim ve demokrasi olmak üzere ülkemizin temel
sorunlarına çözüm üretmede üzerimize düşen her türlü çalışmayı severek yaptık.
Çalışmalarımızda, medeniyetimizi ve insanı temel almak idealimizden asla taviz vermedik.
Ancak, bugünkü noktaya kolayca ulaşmadık.
Yaradanın rahmetine mazhar olduğuna inandığım kurucu genel başkanımız merhum
Mehmet Akif İNAN’ın öncülüğünde 1992 yılında başlayan bu soylu mücadeleyi, 2001 yılında
4688 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte sıfırdan başlattık.
Soylu mücadeleye hizmet etme emanetini 22 Aralık 2002 tarihinde bize teslim
ettiğinizde, bizim 18 bin, sağımızdakilerin 125 bin, solumuzdakilerin 149 bin üyesi olduğunu
hatırlayın.
Bu tablo karşısında, bir taraftan uzun dönemli planlamalar yapmak diğer taraftan da
kısa vadede üye sayımızı arttıracak projeler üretmek zorundaydık. Sizlerin desteğiyle,
çabasıyla, hizmet aşkıyla, gecesini gündüzüne katmasıyla emanetin hakkını verdik inşallah.
Rakamlar öyle söylüyor. Rakiplerimizin feveranı bunu gösteriyor. Bu vesileyle, nereden
nereye geldiğimizi, yıllar itibariyle soylu mücadelemizdeki büyümeyi ifade etmek istiyorum.
Bu rakamları, bu büyüme hızını, eğitim çalışanlarımızın güveniyle ulaştığımız sayısal
gücümüzü, sadece nicel yönümüzü ortaya koymak için ifade ettim. Ama, Eğitim-Bir-Sen
sadece 170 bin üyeden oluşan sayısal bir güç değildir. Eğitim-Bir-Sen’i güçlü kılan, güce
kavuşturan, daha da güçlendirecek olan medeniyetimizin ve kültürümüzün desenleriyle
bezenmiş nitelikleridir. Bu yönüyle Eğitim-Bir-Sen nitelikli güçtür. Eğitim-Bir-Sen kimliği
olan bir örgüttür. Her yönüyle mükemmel olan inancımızın pınarlarından beslenmiş, bu
toprakların hamuruyla yoğrulmuş Eğitim-Bir-Sen, patenti millete ait olan rakipsiz sendikal
markadır.
Değerli Dostlar,
Mescid-i Aksa şairi, yedi güzel insandan biri Mehmet Akif İnan’ın, “Göl kenarında
düşlediği nehirleri” var etmek adına az sayıda arkadaşıyla birlikte kurduğu Eğitim-Bir-Sen,
mensubu ve meftunu olmaktan onur duyduğumuz medeniyetimizi ve değerlerini yeniden inşa
etmek yolculuğuna sarsılmaz bir kararlılıkla, yıkılmaz bir inanmışlıkla, her dem artan bir
adanmışlıkla devam ediyor, devam edecek.
Bu kararlılıkla, bu inanmışlıkla, bu adanmışlıkla ve milletimizle birlikte;
Tankların namlusunu millete çeviren apoletlilere de,
Kararlarıyla milleti dövmeye yeltenen cübbelilere de,
Milleti hizaya getirmeye teşebbüs eden darbecilere de,
Darbecilerle aynı havayı teneffüs eden vesayetçilere de,
İktidarı milleten değil kışladan isteyen siyasetçilere de,
Milleti “göbeğini kaşıyan adam” ilan eden tetikçilere de, hadlerini bildirdik, bildirmeye
de devam edeceğiz.
Bizi biz yapan değerlere uzak duran, egemenliğin sahibi millete tuzak kuran, on yılda
bir demokrasinin böğrüne mızrak vurmaya kalkışan vesayetçilerin; entrikaları ve çevirdiği
dolapları, koyduğu yasakları bir bir deşifre ettik. Tehlikeyi sezdik ve “Ortak Akıl” diyerek
meydanlara indik. Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları için, hep
bir ağızdan Yeni Anayasa istedik. Egemenlik kayıtsız şartsız millete ait olduğunu haykırdık.
Başörtülü kardeşlerimize zulm eden, başörtüsünü zul gören Danıştay’ı kendi
bahçesinde protesto ettik.
HSYK’dan “kendine gelmesini”, Anayasa Mahkemesinden “görevini bilmesini”
istedik. Cumhur; başkanını seçemez, bu işlere akıl erdiremez diyenlere, “yeriniz tarihin çöp
sepeti” diyerek yeni adreslerini gösterdik.
Konfederasyonumuz Memur-Sen’in 2009 toplu görüşmeleri öncesinde deklare ettiği
“toplu sözleşme masası kurulmazsa toplu görüşmelere katılmayacağız” kararı, “Kamu
Görevlilerinin Sendikal ve Demokratik Hakları Çalıştayı”nın düzenlenmesini sağladı. Toplu
sözleşme masasına oturmaktan kaçan ve içeriğinde “kamu görevlilerinin iş güvencesini”
tartışmaya açacak ifadelere yer veren toplu görüşme tutanağını büyük bir hevesle imzalayan
rakiplerimizin, katılmaya dahi cesaret edemedikleri bu Çalıştay’a Konfederasyonumuzun
kararlılığını devam ettirerek eğitim çalışanlarının tek temsilcisi olarak katıldık. Kamu
görevlilerinin toplu sözleşme ve grev hakkına sahip olmasının hukuk devleti olmanın, İLO
Sözleşmelerinin ve uluslararası belgelerin altındaki imzaların gereği olduğunu ifade eden ve
siyasi iktidarın da imzasını taşıyan Sonuç Bildirgesini yayımlattık. Biz, bu çalışmalarla kamu
görevlilerinin toplu sözleşme hakkının Anayasa’da yer almasını sağladık. Elimizdeki rakamlar,
“Soylu Mücadeleye” davet ettiğimiz eğitim çalışanlarının da, toplu sözleşme hakkını sağlayan
Eğitim-Bir-Sen’imizin, 2011 yılındaki ilk toplu sözleşme masasında yetkili sendika olarak yer
almasını sağlayacağını gösteriyor.
Son toplu görüşmeye yakışan bir finalle 2010 toplu görüşmelerinin sonunda, 9 yıllık
toplu görüşme döneminin en kazançlı ve en kapsamlı mutabakat metnini imzaladık.
Bu Mutabakat Metni’yle; 2011 yılında kamu görevlilerinin maaşlarına ilk altı ay için
%4 ikinci altı ay için %4 olmak üzere toplamda %8.16 maaş zammı alarak, kamu
görevlilerinin enflasyonu ezecek maaş bordrolarına sahip olmasını sağladık.
Ek ödemede 80 TL’lik, aile yardımında ilk altı ay için 20, ikinci altı ay için 20 TL
olmak üzere toplamda 40 TL ilave artış elde ettik.
Sözleşmeli personel istihdamı”nın kaldırılması mücadelemizi sürdürdük. Aile
yardımının sözleşmeli personele de ödenmesi kazanımını elde ettik. Böylece, eşi çalışmayan
sözleşmeli öğretmenlerimizin maaşlarında 112,94 TL’lik bir artış sağladık.
Sözleşmeli öğretmenlerimiz dahil olmak üzere sözleşmeli personelden, sözleşme
sırasında damga vergisi alınması uygulamasına son verdik.
“Ben de olmalıyım, ben de varım” diyerek sendikal mücadeleye sendikalara üye
olarak katılan kamu görevlilerine, üç ayda bir 45 TL toplu sözleşme primi ödenmesini
sağladık.
Bizi kıskanan rakiplerimiz, bize imrenen dostlarımız, bize pusu kuran düşmanlarımız
“Bu gücü nereden alıyorsunuz, bu cesareti nereden buluyorsunuz?” diye soruyorlar;
Haykırıyoruz;
Bu gücün ve cesaretin arkasında,
HAK’ka inanmak var.
Davaya adanmışlık var.
Milletle yol almak var.
Milletin emrinde olmak var.
İnsanı sevmek var.
İnsanlığa hizmet aşkı var.
“Allah var, gam yok” diyerek yol alan Eğitim-Bir-Sen teşkilatı var.
Bu gücün arkasında; Kars’taki öğretmenimiz, Trabzon’daki şefimiz, Malatya’daki
müfettişimiz, Mersin’deki hizmetlimiz, İzmir’deki müdür yardımcımız, Konya’daki aşçımız,
Batman’daki teknisyenimiz, Adıyaman’daki teknikerimiz, İstanbul’daki mühendisimiz,
Burdur’daki akademisyenimiz, Yozgat’taki sekreterimiz, Şube başkanlarımız, Şube
Yöneticilerimiz, İl ve ilçe temsilcilerimiz, işyeri temsilcilerimiz, bugün burada bu gücü
seslendiren siz delegelerimiz var. Kısaca, 170 bin üyemizin iradesi ve desteği var.
Değerli Dostlar,
Biz, hiçbir şeyden çekinmeden, herkesin duyacağı, her kesimin anlayacağı, hiç
kimsenin unutmayacağı bir şekilde;
Demokrasiden yana tarafız,
Özgürlüklerden yana tarafız diyoruz.
Öznesi insan olan, her sorunu çözmeye, her mağduriyeti gidermeye tarafız. Eğitim
çalışanlarını mutlu etmenin, “değerler eğitimi” vermenin, çocuklarımıza dinlerini öğretmenin
tarafıyız.
İnsanımızı, ülkemizi, eğitim çalışanlarımızı, çerçevesini devletin çizdiği sendikacılığın
simgesi sağımızdaki sendikadan da, çerçevesi devlete karşı çizilen sendikacılığın simgesi
solumuzdaki sendikadan da kurtaracağız. Sendikacılığı ideolojik taraftarlık ya da feodal ağalık
sanan sendikacılardan da hep birlikte kurtulacağız.
Değerli Dostlar,
Türkiye’de öteden beri, içselleştirilememiş, ötekileştirilmiş, kenarda bekletilmiş, hakları
çiğnenmiş iki kesim var. Dindarlar ve Kürtler.
Çanakkale’deki Kürt Mehmet; Türk Mehmet olmaya zorlandı. Anasından miras dilini
konuştuğu için horlandı. Zılgıtıyla demlediği ağıtları yasaklandı. Kürt Mehmet’i, aslını inkar
etmeyip Kürt kalmakta ısrar ettiği için malum failler eliyle öldürdüler. Bütün bunları, derin
devletin bahçesinde filizlenen PKK ve JİTEM’le, ETÖ ve KCK’yla birlikte yaptılar. Kendi
zihinlerini kuşatan Türkçülüğün karşısına yine kendi zihinlerinin kiriyle Kürtçülüğü koydular.
Oysa, Türk olmak, Kürt olmak, Laz ya da Çerkez olmak; Allah’a kul olmak yanında
ancak teferruattır. Bu gerçeği bütün benliğiyle idrak eden bu millet, “Bin yıllık desende bir ve
beraberiz.” “Biz kardeşiz.” haykırışıyla
Derin devlet erbaplarının Türkçülüğünü de,
Derin devlet ahbaplarının Kürtçülüğünü de,
Kendisini vesayetin emrine sokmak isteyen ETÖ’yü de
Kendisini terörün esaretine vermek isteyen PKK’yı da, JİTEM’i de KCK’yı da dün
olduğu gibi bugün de reddediyor. Yarın da reddedecek.
Millet, akl-ı selimiyle, sağduyusuyla, bu kirli oyunu, bu kirli tezgahı, bu sinsi planı,
bozacak. Bozmakla da kalmayacak. Aktöründen figüranına, senaristinden yönetmenine kadar
bu oyunda payı olanların fikirlerini çöp sepetine, bedenlerini de Silivri yerleşkesine
gönderecek inşallah.
Sayın Bakanım,
Saygıdeğer misafirler,
Çanakkale’de Allah Allah diyerek küffara haddini bildiren dindarlar, tek parti
döneminde sopa haline getirilen laiklik eliyle, öz vatanlarında horlandı, hırpalandı. Ezanı,
yasakladılar. Kur’anı, toplattılar. İman’ı akıldışı gördüler. Milli şef hayranı vesayetçiler;
başörtüsüne çağdışı dediler, inananlara hesap sormaya kalktılar. Kızlarımızın başörtülerini
çıkarmak için ikna odaları kurdular.12 yaşından önce Kur’anı yasakladılar. Camilere kilit
vurmayı, İmam Hatip Liselerine karşı çıkmayı çağdaşlık sandılar. İmam Hatip Mezunu
Başbakanı hazımda zorlandılar. Bediüzzaman Said Nursi’nin mezarını sevenlerinden
sakladılar. Satanistlere, misyonerlere altın tepside fırsatlar sundular. Akla gelmeyen ne kadar
hinlik, insan olanın utanacağı ne kadar cinlik varsa yapmaktan geri durmadılar.
Başarılı mı oldular? Elbette hayır…Dün başaramadılar, yarın da başaramayacaklar.
Millete tosladılar. Millet karşısında tuş oldular.
1071’de bu toprakları İslam’la tanıştıran,
1299’da kurduğu Osmanlı’yla İslam için at koşturan
1453’de Fatih Sultan’la imanın gücünü konuşturan,
1918’de “Çanakkale geçilmez” diyerek şehitlik için yarışan,
1920’de Cuma namazı sonrasında Meclisine kavuşan,
1923’de Hak ettiği Cumhuriyetle buluşan
1950’de “Yeter Söz Milletin” diyerek milli şefle hesaplaşan,
2000’li yıllarla birlikte özgürlük meşalesini tutuşturan,
12 Eylül referandumunda vesayete son vermek için sandık başına koşan bu milletin gür
sesi olan Memur-Sen oldukça, Eğitim-Bir-Sen çoğaldıkça, kutlu yürüyüşümüze, soylu
mücadelemize aynı samimiyetle ve inanmışlıkla devam ettikçe; onların mahkum olduğu tek
sonuç kaybetmek ve kaçmak olacaktır. Tıpkı, Tunus’un ve Mısır’ın diktatörlerinin kaybedip
kaçtığı gibi.
Saygıdeğer Misafirler,
Eğitim-Bir-Sen olarak; kuruluşumuzdan itibaren, olumlu her sürecin içinde yer
almaktan, her olumsuzluğa karşı çıkmaktan geri durmadık. Sivil toplum örgütü olmanın, sivil
kalmanın tarif edilemez onurunu hep birlikte yaşadık. 170 bin üyemizin her birine de;
Sendikamıza üye olmalarının, soylu mücadelemizde yer almalarının haklı gururunu yine
sizlerle birlikte yaşattık. Bu gururu, bu onuru yaşamaya da yaşatmaya da devam edeceğiz.
Çünkü Biz,
Sendikacılığı; öznesi “insan”, hedefi “insanlık” olan bir çizgide yapıyoruz. Bu çizgiden
ayrılmadan yapmaya da devam edeceğiz. Sendikamızın potansiyelini, üyelerimizin güvenini,
teşkilatımızın gücünü, bireyden-millete, Türkiye’den-Dünyaya, insandan-insanlığa uzanan bir
hedefle, medeniyet değerlerimizin, inancımızın, insanımızın, eğitim çalışanlarımızın emrine
verdik. Bu nedenle;
Mali, özlük ve sosyal haklarını korumak ve geliştirmekle,
Ders ücretlerinin miktarını artırmakla,
Akademisyenlerimizin sorunlarını çözmekle,
Hizmetli kardeşlerimizin taleplerini takip etmekle,
Şeflerimiz için mücadele vermekle,
Üniversitelerde görev yapan idari personel için ücret artışı istemekle,
Öğretmenlerimizin bordrolarındaki rakamları yükseltmekle,
Eğitim yöneticilerimizin yüklerini hafifletmekle,
Müfettişlerimizin unvanlarını ve ek göstergelerini değiştirmekle,
Sözleşmeli öğretmenlerimiz için kadro mücadelesi vermekle,
4/C’li personele iş güvencesi temin etmekle,
Yetinemezdik. Yetinmedik. Yetinmeyeceğiz.
Değerli Misafirler,
İstiyoruz ki; demokrasiyi kavramış, özgürlükleri sağlamış, yasakçı olmayan, hukukun
üstünlüğüne inanmış, sosyal devlet olmayı başarmış, bölgesinde güç, dünya’da söz sahibi olan,
dostlarına güven, düşmanlarına korku veren, hem mutlu hem de gelecekten umutlu bir nesil ve
bir Türkiye var edelim.
Biliyor ve inanıyoruz ki; Eğitim-Bir-Sen’in üyeleri, Eğitim-Bir-Sen’in delegeleri,
Eğitim-Bir-Sen’in yöneticileri, sizler ve bizler, bu salonun heyecanını bizimle birlikte yaşayan
Türkiye’deki tüm Eğitim-Bir-Sen’liler bütün bunları başaracak, hayata geçirecek, güce ve
birikime fazlasıyla sahiptir ve etkilidir. Bu güç ve birikim sayesinde, henüz resmileşmiş olmasa
da Eğitim-Bir-Sen artık yetkilidir.
Kuruluşumuzun temellerini atanlar; bize, rakiplerimizin henüz hayal dahi edemedikleri
bir miras bıraktılar. Akademik ve kültürel hizmet sendikacılığının meşalesini yaktılar.
okullarda, sınıflarda, rektörlüklerde, üniversitelerde, fakültelerde göğsünüzü kabartan,
gözlerinizi kamaştıran o ışığı sizler ve bizler hep gördük. Bu ışığa sahip olanları, bu ışığı
sahiplenenleri, Eğitim-Bir-Sen’in farkını, Eğitim-Bir-Sen’li olmanın farklılığını iliklerimize
kadar hep birlikte hissettik, hissettirdik.
Rakiplerimizle aramızdaki kalite farkını, nasıl oluşturduğumuzu, nasıl sağladığımızı,
nasıl başardığımızı, sizler biliyorsunuz. 4. Olağan Genel Kurulumuzun heyecanını bizlerle
birlikte paylaşan, bizlerle birlikte yaşayan Eğitim-Bir-Sen dostlarına, misafirlerimize, izninizle
anlatmak ve aktarmak istiyorum.
Evet …
Eğitim-Bir-Sen akademik sendikacılığın merkezi oldu. Konu eğitimse, eğitim
sistemiyse, eğitimin geliştirilmesiyse, yaptığımız harcamaları gider değil geleceğe yatırım
olarak gördük. Bu anlayışla, 6-8 Mart 2009’da gerçekleştirdiğimiz “Uluslararası Eğitim
Felsefesi Kongresi”, alanında ülkemizde düzenlenmiş ilk Kongre oldu. Başlığıyla, içeriğiyle,
katılımcı sayısıyla, katkı sunanlarıyla, katılım sağlayanlarıyla, akademi dünyasının hizmetine
sunulmak için kısa sürede hazırladığımız kitabıyla,“böyle bir Kongrenin altından da ancak
Eğitim-Bir-Sen kalkabilirdi” övgüsüne mazhar olmamızı sağladı.
Sorunlarını bize ileten, çözümün bizden geleceğini bilen, taleplerini kazanıma
dönüştüreceğimize inanan eğitim çalışanlarımızın sorunlarını masaya yatırmak ve çözüm
kapılarını aralamak amacıyla gerçekleştirdiğimiz “Eğitim-Öğretim ve Bilim Hizmet Kolu
Çalışanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri Şûrası”, çözüm üretmedeki meziyetimizin
dostlarımızın önüne konulmasını sağlamakla kalmadı. Rakiplerimizin ufkumuzun büyüklüğünü
anlamasına da zemin hazırladı.
Kendi gücümüzle ve imkânlarımızla, kendi insanlarımızla planlayıp gerçekleştirdiğimiz
bu Şura, 18. Milli Eğitim Şurasına Eğitim-Bir-Sen damgasını vuracağımızın da habercisi oldu.
Bütün komisyonlarda “aktif olma” kararımızı, Şura boyunca uyguladık. Milli Güvenlik dersini
askerler değil sivil öğretmenler vermeli önerimiz, Türkiye’de gündemi değiştirdi. Önerideki
cesarete şaşıranlar kadar önerimizdeki ferasete karşı çıkanlar da oldu. Bütün karşı çıkmalara
rağmen, önerimizin Şura kararları arasında yer almasını sağladık.
Temel eğitimin yeniden yapılandırılmasını, zorunlu eğitimin kesintili olmasını, karma
eğitim zorunluluğunun kaldırılmasını, sözleşmeli öğretmen alımına son verilerek sadece
kadrolu öğretmen istihdamı yapılmasını, ek ders ücretinin 12 TL’ye çıkartılmasını, zorunlu Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yanında ders programlarında seçmeli Din Eğitimi Dersine yer
verilmesini, eğitim sisteminin 28 Şubat artığı bütün dayatmalardan kurtarılmasını istedik.
Sonuç… Önerilerimizin hepsi Şura kararları arasında yerini aldı. Bir başka sonuç;
Komisyonlardaki taşkınlıklarını kameralara kaydettiren optik sendikacıların ağızları açık, elleri
boş kaldı.
Bu vesileyle, Sayın Bakanımızdan, çözüme paydaş olmak iradesiyle büyük katkılar
sağladığımız 18. Milli Eğitim Şura’sında alınan 200’e yakın kararın, geciktirilmeden hayata
geçirilmesini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Değerli Dostlar,
Sabrınıza sığınarak akademik sendikacılık kapsamında gerçekleştirdiğimiz araştırmaları
ve hazırladığımız raporları kısaca anlatmak istiyorum. Bu yüzden, başlıklarıyla sadece bir
kaçını sayıp bırakacağım.
“Öğretmenlerin Meslek Memnuniyeti Araştırması”
“İlksan”ın Değerlendirilmesi Araştırması”
“Öğrenme Ortamlarının Değerlendirilmesi”
“Yükseköğretime Geçişin Değerlendirilmesi”
“Kademeler Arası Geçiş ve Yönlendirme”
“Eğitim Çalışanlarının Geçim Düzeyi Araştırması”
“Yüksek Öğretimin Sorunlarına Dair Çözüm Önerileri Raporu”
“Gelecek İçin Eğitim Raporu”
“Öğretmenlerin Sosyo-Ekonomik, Sosyo-Demografik ve Sosyo-Kültürel Durumları
Raporu” ve burada ifade edemediklerimle birlikte 20 Araştırma’yı, 5 Rapor’u ülkemizin ve
bilim insanlarının ilgisine sunduk. İlgilileriyle, yetkilileriyle paylaştık. Sonuçlarını takip ettik,
ediyoruz.
Bu arada, 14 ilden amaçlı örneklem yoluyla seçilen 78 isimle derinlemesine görüşerek
ve 16 ilden 2.190 kişi ile yüz yüze anket uygulaması yaparak gerçekleştirdiğimiz “Türkiye’de
Ortak Bir Kimlik Olarak Ötekilik Araştırması”yla “ötekileşmeye” ilişkin bütün ezberleri
bozduk.
Bu kadar yoğun ve tempolu akademik çalışmalarımızın arasında davetlere icabet ettik,
ziyarete gittik. Başbakanımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN’a, bugün aramızda bulunan Milli
Eğitim Bakanımız Sayın Nimet ÇUBUKÇU’ya ve YÖK Başkanımız Prof. Dr. Sayın Yusuf
Ziya ÖZCAN’a eğitim çalışanlarının sorunlarına yönelik çözüm önerilerimizi sunduk.
Bu arada, Sayın YÖK Başkanımıza, özgürlükten yana tavırları nedeniyle Eğitim-Bir-
Sen üyelerinin takdirlerini kazandığını ifade etmek istiyorum. Ancak, biz kişiye bağlı bu
duruşun kurumsallaştırılmasını ve özerk üniversite yolunda yeni adımlar atılmasını bekliyoruz.
Artık, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılmasını istiyoruz. Üniversite
öğrenimi bitiren kızlarımızın, başörtülerini çıkarmadan kamu kurumlarında görev yapmasını,
kamu hizmeti sunmasını istiyoruz. Yeni bir Merve KAVAKÇI kabusu yaşamak istemiyoruz.
Bayan milletvekillerimize yapılan tayyör dayatmasına son verilmesini, bu ülkenin başörtülü
giyimi benimseyen kadınlarının da milletin vekili olarak Meclis’te yer almasını temel insan
haklarının gereği olduğuna inanıyoruz.
Sağımızdakiler gibi içimize kapanamazdık. Solumuzdakiler gibi kaldırım taşı söküp,
cam çerçeve kıramazdık. Biz, diyalog sendikasıyız. Çünkü biz, konuşarak anlaşmayı, bir araya
gelerek uzlaşmayı, çözümleri paylaşmayı ilke edinen medeniyetimizin sendikal alandaki
temsilciyiz.
Biz, yazarak, yaşayarak, il il gezerek, sorunları yerinde görerek, her çalışana değer
vererek, üyelerimizin güvenini güce dönüştürerek yaptığımız sendikacılığımızı; sendikacılığın
ruhu olan, sendikacılığı diri tutan, üyelerimize heyecan katan, sorunlara ışık tutan, çözümlere
dikkat çeken eylemlerimizle zenginleştirdik.
Yasakçı zihniyetin ürünü hukuksuz ve kanunsuz başörtüsü yasağını sürdürmek isteyen
zavallıların sonu gelen zulmünü notere tespit ettirdik. Katsayı kararı nedeniyle Danıştay’ı
protesto ettik. 2009 toplu görüşme taleplerimizin kabul edilmemesine tepkimizi, Kızılay
Meydanında ve Meclis önünde “Başbakan Bu Sese Kulak Vermelidir” eylemiyle gösterdik.
Malatya’nın Kernek Meydanında yüzbinlerle birlikte, gücümüz de, aklımız da ortak
diyerek “Egemenlik bila kaydu şart milletindir” dedik. Samsun’da, Cumhuriyet Meydanında,
Bursa’da Fomara Meydanında; demokrasi aşkımızı, milli irade kararlılığımızı,
darbesavarlığımızı yüzbinlerle ortaya koyduk.
Birleşmiş Milletlerden, Gazze’de ve Filistin’de çocuk vurup insanlığı katleden İsrailli
yöneticileri, savaş suçlusu olarak yargılamasını isteyen de bizdik.
Türkiye çapında düzenlediğimiz “İsrail’i Tel’in” mitingleriyle, İsrail’i lanetledik. Akan
kanın durmasını istedik. Dünyayı ses vermeye çağırdık.
Türkiye’nin ortasından, Ankara Sıhhiye Meydanından, yüzbinlerle birlikte “Her Yer
Filistin, Hepimiz Filistinliyiz” dedik. İstanbul Çağlayan Meydanı’nda“İsrail Vahşetine İsyan
Mitingi”ne katılarak, zalime nefretimizi, mazluma desteğimizi ortaya koyduk.
Bütün bu eylemlerde, Eğitim-Bir-Sen’in gücünü alanlara yansıtan, sesimizi artıran
Eğitim-Bir-Sen’i Eğitim- Bir-Sen yapan teşkilatımızla, şubelerimizle, il temsilcilerimizle,
ilçelerdeki sesimiz ilçe temsilcilerimizle, işyerlerindeki nefesimiz işyeri temsilcilerimizle bir
araya gelmeye, birlikte olmaya, buluşmaya, dertleşmeye, hasbihal etmeye de zaman ayırdık.
Üç yıllık dönemde, altı kez Başkanlar Kurulu toplantısı yaptık. Şube Yönetim Kurulları
İstişare toplantılarıyla beş kez şube yönetimleriyle bir araya geldik. Üniversitelerde ve Yurt
Kur’da hak ettiğimiz seviyeye gelmek için Üniversite ve Yurt-Kur’daki temsilcilerimizle
kucaklaştık. Danışma Kurulumuzu, 2009 toplu görüşmeleri öncesi topladık. İl Divan
toplantılarıyla teşkilatımıza misafir olduk. Teşkilat ziyaretlerimizle, üyelerimizin heyecanını,
yönetim kurullarımızın motivasyonunu yerinde gördük.
Sivas, Adıyaman, Eskişehir, Kırıkkale, Sakarya, Nevşehir, Giresun, Uşak, Diyarbakır,
Kilis’te, Isparta, Çorum, Erzurum başta olmak üzere onlarca il ve ilçedeki yüksek katılımlı
Konferanslarda; sivil topluma, demokratikleşmeye, özgürleşmeye, sivilleşmeye ilişkin
kurumsal görüşlerimizi ifade ettik.
Genel Merkezimizin hukuk birimini “Hak Arama Üssü”, “Kazanım Üretme Merkezi”
haline getirdik. Hazırladığımız dilekçelerle, açtığımız davalarla, üyelerimize, eğitim
çalışanlarına, kamu görevlilerine destek olduk. Şubelerimizin önerdiği avukatlara vekalet
vererek 28 Şubemizin üyelerimize doğrudan hukuki yardım vermesini sağladık.
Kurucumuz Mehmet Akif İnan’ın eserlerini kitaplaştırdık. “Eğitime Bakış” dergisiyle
kazandığımız saygınlığı, sendikal zemindeki ilk hakemli dergi olan “Eğitim ve İnsani Bilimler”
dergisiyle taçlandırdık. Kurumsallaşmanın en önemli aşamalarından biri olarak gördüğümüz
Kurum Kimliği Kılavuzumuzu hazırladık. Üniversiteli üyelerimizin talebiyle ve çalışmalarıyla
“Eğitim-Bir-Sen Üniversite” bültenini çıkarmaya başladık. Gazeteler ve internet siteleri,
yaptığımız çalışmaları konu eden manşetler atarken, bu çalışmaların sahibi ve mimarı olan
sizler ve bizler radyolara ve televizyonlara konuk olduk.
Değerli Dostlar,
Eğitim-Bir-Sen’i anlatmanın heyecanına sığınarak, Eğitim-Bir-Sen’i dinlemekten zevk
aldığınıza inanarak; değil Türkiye’de dünyada eşi görülmemiş bir başarının iki ayda 18 bin
yeni üye yapmanın destanını yazan Eğitim-Bir-Sen’in büyümesinin, büyük kalmasının,
güçlenmeye devam etmesinin nedenlerini bu büyük başarıya kara çalmaya çalışan, iftira
saldırılarıyla yaşadıkları hezimetten kurtulmaya uğraşan, rakiplerimizin de duyup anlayacağı
bir şekilde ifade etmeye çalışacağım.
Biz büyüdükçe küçülen rakiplerimiz, feveran ediyor. Feveranlarına, Eğitim-Bir-Sen
hormonlu büyüyor iftirasını da eklemekten utanmıyorlar. Gücümüzün kaynağını, büyümemizin
sırrını göremiyorlar, çözemiyorlar. Atalar ne güzel söylemiş; “Görenedir Görene, Köre nedir
Köre ne?” Biz söyleyelim. Millete güvendiğimiz, medeniyet değerlerimizden beslendiğimiz
için büyüyoruz. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğuna inandığımız, darbecilere
hesap sorduğumuz, darbe planlarını bozduğumuz için büyüyoruz. Vesayetçilere ve vesayetin
her türlüsüne karşı çıkarak büyüyoruz.
Hukukun üstünlüğünü savunduğumuz, üstünlerin hukukunu reddettiğimiz için
gücümüzü arttırıyoruz. Kimsenin arka bahçesi olmamaktaki kararlılığımızla gücümüze güç
katıyoruz. Her türlü ötekileştirmeye karşı olduğumuz için takdir ediliyoruz. Filistinli, Gazzeli,
Doğu Türkistanlı, Iraklı kardeşlerimizin acısını paylaştığımız, yüzbinlerle birlikte İsrail’e lanet
yağdırdığımız için destekleniyoruz. Kim olduğuna bakmaksızın mazluma destek olduğumuz,
kimden geldiğine bakmaksızın zulme karşı durduğumuz için sayımız da gücümüz de artıyor.
Diyorlar ki; “Eğitim-Bir-Sen kutsal değerleri kullanıyor. Kutsal değerleri sendikacılığa
bulaştırıyor.” Bunları hakaret kastıyla söylüyorlar. Bunlar, hem şaşkın hem aymaz. Oysa, biz,
hakaretlerine malzeme etmeye çalıştıkları “Medeniyet ve kültür değerlerimizden ilham alarak
sendikacılık yapmayı” maharet görüyoruz. Çünkü, hayatımızın her anında, ne yapacağımıza,
neyi nasıl söyleyeceğimize, değerlerimizin ışığıyla karar veriyoruz. Bu değerleri bizzat
yaşıyoruz.
Anlaşılan o ki; sağımızdakiler de solumuzdakiler de medeniyetimize yabancı değerlerle
sendikacılık yapıyor. İsteriz ki; vesayetçilere ev sahipliği yapmaktan utansınlar, darbecilerin
arkasında saf tutmaktan vazgeçsinler. İdeolojik körlükten kurtulup, millete ve değerlerine saygı
duysunlar. Medeniyetimizi var eden değerlere sarılarak sendikacılık yapsınlar. Bu kadarını
yapamazlarsa, hiç olmazsa sussunlar. Susmazlarsa, törelerinden, kırıp dökmekten
vazgeçmezlerse ağa babalarının başına gelen onların başına da gelecek. Eğitim çalışanları, hem
seslerini kısacak hem de kapılarına kilit vuracak.
Değerli Dostlar,
Türkiye’de gündem hızla değişiyor ama değişmemekte ısrar edenler de var. 28 Şubat
dayatması katsayı uygulamasına hamilik yapan Danıştay değişmemekte direniyor. Üniversite
öğrencisi kızlarımızın başörtüsüne el uzatanlara hukuki destek merkezi gibi çalışmaktan
yorulmadı. Fakat, başörtülü fotoğrafa, sınava başörtüsüyle girmeye izin veren ALES
Kılavuzunun iptali için hukuki dayanak bulamadılar. Bu sefer, yasakçı zihniyetlerine,
“Başörtülülere bu imkânların sağlanması fiziksel teşhiste sorun çıkarabilir. Sınavın güvenliğini
sıkıntıya düşürebilir.” diyerek ancak polisiye bir dayanak buldular. Hukukçuluktan vazgeçip
cübbelerini üniforma, kalemlerini silah sayıp kolluk kuvveti oldular. Yargıç devlet zihniyeti
yetmedi şimdi de polis devletine sığındılar. Ne diyelim, Allah akıl versin. Allah ıslah etsin.
Cübbelerini vesayetçilere örtü, darbecilere barınak yapmaktan, başörtüsüne hakaret
etmekten, başörtüsünün inancın gereği olduğunu anlamamaktan, katsayı kararlarında olduğu
gibi yerindelik denetimi yapmaktan vazgeçmezlerse devreye millet girecek. Daire sayısını
arttırmakla yetinmeyip “Ya cübbeyi geri verin ya da cübbenin hakkını verin” diyerek değişime
direnenleri kendi eliyle değiştirecek.
Yargıtay değişime direnmek konusunda Danıştay’a eşlik ediyor. Tutukluluk süresinin
kısaltılmasına ilişkin düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte yaşanan gelişmeler
sonrasında oluşan kamuoyu tepkisine karşı, “iş yükümüz çok, bu kadar dosyayı kısa sürede
sonuca bağlayamayız, yargıda yangın var” diyerek savunma yaptılar.
“Cihaner dosyasını 3 ayda karara bağlarken Kemal Türkler dosyasını 30 yılda niye
karara bağlamadınız” diye sorulduğunda sessiz kaldılar.
Yargıda yangın sönsün. Yargıtay’ın iş yükü paylaşılsın gerekçeleriyle daire sayısının
arttırılması düzenlemesi Meclise gelince; kuyruğu uzun ifadesi kısa bir yalanın arkasına
sığındılar. “Yargı ele geçirilmek isteniyor. Yargı yürütmenin güdümüne sokuluyor.”
Bu nasıl iştir. Bu nasıl anlayıştır. Bu eleştirinin neresini doğru kabul edelim.
Daire sayısı artırılırsa “yargı yürütmenin güdümüne girer” diyenlere sormak lazım.
Daire sayısı arttırılmazsa kimin güdümünde kalmaya devam edeceksiniz?
Güdümünde oldukları ya da güdümüne girecekleri gücün daire sayısına göre
değişeceğini itiraf eden yüksek yargı organları var.
Ne demek istiyor bunlar?
Herhalde, Seyfi Dayı ile Moğultay Amca’nın ideolojisini paylaşmayanların Yargıtay’da
ne işi var demeye getiriyorlar.
Seyfi Dayı’nın kalesini vermeyiz. Moğultay Amca’nın ofisine el sürdürmeyiz
telaşındalar. Onlar telaş ede dursunlar. Millet son sözünü söyledi. Daire sayısı arttı. Sıra
onlarda. Ya hukukun üstünlüğüne inanmışlık katsayısını arttırıp tarafsızlığı bağımsızlık kadar
elzem görürler. Ya da kendilerini, kararları temyize kapalı olan millet vicdanında yargılanırken
bulurlar.
Değerli Dostlar,
Devlet bizim devletimiz, Meclis bizim Meclisimiz, ülke bizim ülkemiz, Devleti kuran
da, Meclisi açan da, ülkeyi koruyan da millet. Milleti tanımakta, milletle tanışmakta ve
kaynaşmakta zorlanan bir parti, kendisini “Devleti kuran parti” olarak tanımlıyor. Ya tarih
bilmiyorlar. Ya gerçeği görmüyorlar. Bu devleti, bir parti değil, bir zümre değil, Kahraman
Maraşlılar, Şanlı Urfalılar, Gazi Antepli’ler, serhat bekçisi Karslılar, Efe ruhlu Manisalılar,
birliğin sesi Sivaslılar, ilk Meclise kucak açan Ankaralılar, dirliğin nefesi Dadaş Erzurum’lular,
kardeşliğin öznesi Gakkoş Elazığlılar, Mardinliler, Diyarbekirliler, Gümüşhaneliler, Ordulular,
Bolulular, ortak akla ilk ev sahipliğini yapan Malatyalılar, hülasa bütün millet; kanıyla,
canıyla, “Biz kimsenin esiri olmayız.” Biz, bu topraklara düşmanı sokmayız” heyecanıyla
kurdu.
Söylemeye ağızlarının varmadığı gerçeği biz ifade edelim. Ortada devleti kuran değil
Devlet tarafından kurulan bir parti var.
Yaptıkları ve söyledikleri gösteriyor ki; ortada, millete direnen, devletten beslenen,
derin devleti besleyen, milletin değerleriyle sorunlu, vesayetçi mahfilleri korumaktan sorumlu
bir zihniyetin sözcülüğüne talip bir parti var.
Millete pusu kuran Silivri sakinlerini Meclise taşımanın, “kağıttan kaplan” tahrikiyle
darbe heveslerini kaşımanın hesabını yapan ana yasakçılara siyaset zemini sağlayanların
“Devleti biz kurduk” diye hava atmalarına mizah olarak bakıyoruz.
Değerli Misafirler,
Siyaset, hizmet aracıdır. Siyaset, değişim aracıdır, gelişme odaklıdır. Siyaset kurumu;
doğruyu bulmayı, vatandaşa çözüm sunmayı hedefler. Siyasi partiler, var oldukları toplumun
değerlerine bağlı kalarak iktidarı amaçlar. Ancak, kitaplarda yazan bu tanımları, çağdaş
demokrasilerde bu çerçevede yaşananları anlamamakta ısrar edenler var. Daha kısa bir deyişle,
siyaset sahnesinde de hem parti hem de kişi düzeyinde değişemeyenler, değişmekte zorlananlar
var.
Eğitim-Bir-Sen’in büyümesinden rahatsız olanlardan, Memur-Sen’i iktidar yandaşı
göstermeye çalışanlardan, katıldığı canlı yayınlarda Eğitim-Bir-Sen’i hedef alan, Memur-
Sen’in yetkili olmasını hazımda zorlandığını itiraf eden Genel Başkanlarına cevap vermeyi
gerekli gördüklerimden söz ediyorum.
40’larda Milli Şef’e bağlılıklarını ilan ederken bugün Milletin Meclisindeki
komisyonlardan çekilen, dün il başkanlarını vali olarak atarken bugün sosyal yardımlara
öncülük ettiği için valileri partizan ilan eden, 60 Darbesine çanak tutmakla başlayan
alışkanlığını Silivri’nin avukatlığını yaparak sürdürenlerden bahsediyorum.
Ve onlara huzurunuzda soruyorum. Yaptıklarınızın, söylediklerinizin farkında mısınız?
Sendikalar demokrasinin vazgeçilmez unsuru, sendikalı olmak sorumluluk almaktır
diyeceksiniz. Arkasından da, sendika üyesi kamu görevlilerinin toplu görüşme priminin iptali
için Anayasa mahkemesine dava açacaksınız.
Sosyal devlet elzemdir diyeceksiniz. Fakir aile çocuğu öğrencilere maddi destek
sağlamaktan dem vuracaksınız, sonra Anayasa Mahkemesinden belediyelerin fakir aile
çocuklarına yardım yapma yetkisinin iptalini isteyeceksiniz.
Milli egemenlik benim eserim deyip büyük konuşacaksınız. Meclisi ben açtım diyerek
hava atacaksınız. Sonra da Cumhurbaşkanı seçiminin iptali için Anayasa Mahkemesi
koridorlarında Meclis iradesinin yok sayılması için koşuşturacaksınız.
Hem inancın gereği örtünenlere parti rozeti takacaksınız, hem başörtüsü sorununu ben
çözerim diye caka satacaksınız hem de üniversitelerde hukuksuz başörtüsü yasağı
uygulamasını sona erdiren Anayasa değişikliğinin iptali için seferber olacaksınız.
Kürt sorununu çözecek irade bizde diyerek seçmene mesaj göndereceksiniz. Sonra da
dilinizin altındaki baklayı çıkarıp sorunu çözmekten ne anladığınızı ortaya koyacaksınız.
Millete aba altından sopa göstermek için kaleme alınan 27 Nisan e-muhtırasını makul
görüp daha önce yazılmalıydı diyeceksiniz. Darbe yapmadığı için silahlı kuvvetleri “kağıttan
kaplan” gören “Ordu Göreve” pankartı taşıyan cenahın temsilcisi “Akademik askerinize”
haddi bildirilince susacaksınız. CHP adına orduyu ancak genel başkan eleştirebilir diyerek
aman kışlayla bağımız kopmasın diye de çaba sarf edeceksiniz.
Kendinizi Cumhuriyetin sahibi, Halkın partisi olarak göstereceksiniz. Üstüne de Halkın
iradesini yok saymak için ülkenin altını cephanelik haline getiren ETÖ’nün avukatlığına
soyunacaksınız.
Milleti avlamayı hedefleyen Silivri sakinlerini milletin önüne aday olarak koymak
hezeyanınız yetmezmiş gibi milletle dalga geçercesine avukatlığını üstlendiğiniz ETÖ’ye üye
olacağınızı haykıracaksınız.
Önce başörtüsü sorununu çözelim dediniz sonra laikler başımızın etini yer başımızı
ağrıtmayalım diyerek çark ettiniz.
ETÖ’den yargılananların iki yıllık tutukluluk süresini uzun buldunuz. On yıldır tutuklu
olanların kanun gereği salıverilmesini “tutuklu kalmalıydılar” diyerek eleştirdiniz. Sayenizde
ETÖ takvimindeki iki yılın, miladi takvimdeki on yıldan daha uzun olduğunu öğrenmiş
oluyoruz.
Oysa, söylenmesi gereken basitti. “Hiç kimse ama hiç kimse için tutukluluk
“hükümlülük” haline dönüşmemeli. Kimsenin savunma hakkı elinden alınmamalı. Haklarında
suç isnat edilen bütün bireyler, evrensel hukukun kural ve ilkeleri çerçevesinde savunma
hakkının gereklerinden yararlanarak adil bir süre içerisinde yargılanmalı” diyecektiniz.
Siz, ya ne yaptığınızı bilmiyorsunuz ya da bütün bunları millete garez için
yapıyorsunuz. Sizin altı kere gidip yedi kere geleniniz “Dün dündür, bugün bugün” diyerek
bütün çelişkilerinden aklandığını sanmıştı. Bugünkü sürümünüz daha farklı. Ya ne
söylediğinizi unutuyorsunuz ya da millet unutur sanıyorsunuz.
Bütün bunlara rağmen hala şansınız var. Yeni Anayasa çağrımıza kulak verirseniz,
sivilleşmeden, demokratikleşmeden yana tavır alırsanız, biz de millet de, yaptıklarınızı unutup
sizi alkışlayacağız.
Değerli Dostlar,
Üye sayımızı 170 binlere çıkaran misyonumuz ve vizyonumuz, üyelerimize, kamu
görevlilerine hizmet etmekle sınırlı değil. Merkezinde insan olan her konunun tarafı
olduğumuzu ifade etmiştim. Şüphesiz ki; sendika olarak, sendikacı olarak eğitim çalışanlarının,
üyelerimizin hatta tüm kamu görevlilerinin sorunlarını biliyoruz. Çözümler geliştirmenin
çözüm önerilerimizi hayata geçirmenin mücadelesini vermeye devam ediyoruz.
Ancak, sendikayız, sendikacıyız diyerek başka alanlarda sorumluluk almaktan
kaçınamayız. Ülkenin gündemine sırt dönemeyiz. Milletin taleplerini göz ardı edemeyiz.
Çünkü bu ülkede yaşıyoruz, bu ülkenin vatandaşıyız.
Milletimizi, on yılda bir askeri marşlarla uyanmaktan kurtarmak da,,
28 Şubat kararlarının karşısına dikilmek de,
27 Nisan muhtırasını yazanları ifşa etmek de,
Milletin iradesine tahammül edemeyenlere haddini bildirmek de bizim görevimiz.
Başörtülü kızlarımızı üniversite kapısından döndürenleri,
“Millet adına” karar verme güçlerini, özgürlükleri yok etmek için kullananları,
367 kararıyla Meclisin iradesini hiçe sayanları,
Silivri’dekilerin avukatlığına soyunanları ıslah etmek de bizim işimiz.
Vatandaşından kuşkulanan,
Özgürlüklerden rahatsız olan,
Yasaklarla ayakta durmaya çalışan,
Canı istedikçe derinlere çekilen Devleti,
Demokratikleştirmek de, sivilleştirmek de bizim görevimiz.
Vesayete kapı aralayan,
Darbecileri dokunulmaz kılan,
Darbeye davetiye çıkaran,
Üstünlerin hukukunu dayatan
Özgürlükleri az, yasakları çok darbe ürünü Anayasayı değiştirmekte,
Özü, sözü millete ait özgürlükçü, sivil, demokratik yeni bir Anayasanın yapılmasını ve
yazılmasını istemeyi de hakkımız olarak görüyoruz.
Değerli Dostlar,
Eğitim-Bir-Sen olarak, bu anlayışla doğruları ifade etmekten, doğruyu desteklemekten,
milletimizden destek istemekten kaçınmadık.
Özgürlüklerden, demokrasiden, sivilleşmeden, emekten ve milletten yana bütün
çabaları destekleyeceğimizi hep söyledik.
“Öl söz verme, öl sözünden dönme” düsturuyla verdiğimiz sözün arkasında durduk.
12 Eylül darbesinin vesayetinden kurtulmanın fırsatı olarak gördüğümüz Anayasa
değişikliği referandumunda, üyesinden, temsilcisine, şube başkanından Genel Başkanına kadar
bütün Eğitim-Bir-Sen teşkilatı olarak seferber olduk. “Darbeyle kirletilen 12 Eylül’ü Evet’le
temizleyeceğimizi” deklare ettik. Çünkü,
Darbecilere sanık kürsüsünün yolunu açan,
HSYK’yı hukukun üstünlüğü çizgisine çeken,
Anayasa Mahkemesi’ne çeki düzen veren,
YAŞ ve HSYK kararlarını yargı denetimine açan,
Vatandaşı fişlenmekten, Devleti fişlemekten kurtaran,
Askerlerin sivilleri yargılamasına son veren,
Katılımcı demokrasiye imkan sağlayan,
Kamu görevlilerine uyarma ve kınama cezalarına karşı dava açma hakkı veren,
Kamu Denetçiliği yoluyla idareye hesap sormayı kolaylaştıran,
Anayasa değişikliğine destek olmaktan destek istemekten sadece haz duyduk.
Bu kapsamda, eğitim çalışanlarının tek temsilcisi olarak yer aldığımız Abant
Çalıştayı’nın sonuç bildirgesiyle ilk defa Devletin resmi bir belgesinde yer almasını
sağladığımız kamu görevlilerine “toplu sözleşme hakkının” bulunduğu Anayasa değişikliği için
“Toplu Sözleşmeye de Toplumsal Sözleşmeye de Evet” sloganıyla büyük bir kampanya
başlattık. Rakiplerimizin sahiplerinin emriyle hayır kitapçıkları bastırdığı bir süreçte böyle bir
kampanyayla “Evet” demek, eğitim çalışanlarımızdan, kamu görevlilerinden hatta bütün
milletimizden “Evet” demesini istemek, gelecek kuşaklara anlatmaktan onur duyacağımız
büyük bir sendikal başarı oldu. Bu mücadelemizin tek ödülü, Anayasa değişikliğinin kabul
edilmesi olurdu. Anayasa değişikliğinin %58’le kabul edilmesiyle, çok şükür ödülümüzü bizzat
milletten aldık.
Sayın Bakanın ve siyasetçilerimizin anlayışına sığınarak hiç tevazu göstermeyeceğim,
referandumda %58 gibi beklenenin oldukça üstünde “Evet” oyu çıkmasında en büyük pay
sahiplerinden biri, hiç kuşkusuz Memur-Sen’dir. Memur-Sen’in başlattığı kampanyaya, maddi
ve manevi destek sağlayan Eğitim-Bir-Sen’dir. Eğitim-Bir-Sen üyeleridir, şube başkanlarıdır,
şube yönetim kurullarıdır. Eğitim-Bir-Sen’imizin il temsilcileridir, delegeleridir. İlçe ve işyeri
temsilcileridir. Eğitim-Bir-Sen Genel Merkezi’dir. Meclis’i göreve davet ediyorum. Şimdi,
Anayasa değişikliğiyle elde ettiğimiz toplu sözleşmenin ikincil mevzuatını oluşturma
zamanıdır. Toplu sözleşme hakkını fiilen kullanmamızı sağlayacak yasal düzenlemeler,
seçimden önce yürürlüğe konulmalıdır. Bu sağlanmazsa, “yeni Anayasa yapacağız” iddiasına
inanmamız çok zor olacak.
Değerli Misafirler,
Anayasa değişikliği sürecinde de, daha öncesinde de söyledik. Mevcut Anayasaya,
yamalarla meşruiyet kazandıramayız. Ne kadar değiştirirsek değiştirelim mevcut Anayasadan,
militarist darbenin parmak izlerini silemeyiz. Vesayetçi mahfillerin sızdığı kapıları
kapatamayız. Milleti “yanaşık düzenle” hizaya getirme araçlarından arındıramayız. Yargıyı,
milleti tokatlamayı adalet sanmak yanlışından kurtaramayız. Çarıklı ayakların şehadetiyle
bağımsızlığını haykıran bu milleti, bihakkın özgür kılamayız. Yasaklara kulp edilen başlangıç
bölümündeki “bürokratik oligarşi”den kurtulamayız. Ötekileştirme makinesi işlevi gören
ruhunu temizleyemeyiz.
Bütün bunları başarmak, darbecilerin imzasını taşıyan Anayasayla yönetilmek
ayıbından kurtulmak istiyorsak, yeni bir Anayasa yazmak, yeni bir Anayasa yapmak
zorundayız.
Vatandaşını kucaklayan bir devlet diyorsak,
Mahkemeleri bağımsız, yargıçları tarafsız bir yargı istiyorsak,
Demokrasiye açık, darbeye kapalı bir sistemi benimsiyorsak,
Bölgesinde lider, dünyada söz sahibi bir Türkiye hedefliyorsak,
Çağdaş olmayı, herkesin dinini yaşamasını, dindarlarla barışmayı arzuluyorsak,
Siyasete kışladan gelen postal sesleri yön vermesin diyorsak,
Kamu görevlilerine grev ve siyaset hakkı vermeyi görev sayıyorsak,
Vesayetçilerin attığı ötekilik tohumlarını kurutmakta kararlıysak,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında bir ve beraber olmayı düşünüyorsak,
Çocuklarımıza en büyük mirasımızın, “Demokratik Sosyal Hukuk Devleti” olmayı
başarmış bir Türkiye düşlüyorsak,
Sivillerin elinden, sivillerin dilinden, sivillerin kaleminden çıkmış hükümlerle
donatılmış özü sağlam sözü kısa, ruhunu milletten alan, hükmünü millette arayan, “Egemenlik,
kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini ak duvarda kara yazı olmaktan çıkarıp vesayetçilerin ve
darbecilerin zihinlerine kazıyacak yeni anayasayı seçimlerden hemen sonra yazmalı ve
yapmalıyız.
Sayın Bakanım,
Saygıdeğer misafirler,
Değerli delege kardeşlerim
Biz, sendikamızı, sendikal birikimimizi, sendikal gücümüzü; eğitim çalışanlarının
ücretlerini yükseltmek, özlük ve sosyal haklarını arttırmak için kullanmakla yetinmeyeceğiz.
Ücret sendikacılığı gibi dar bir alanda sıkışıp kalmayacağız. İnsanımıza, ülkemize, mensup
olduğumuz medeniyete, medeniyet ortaklarımıza hizmet etmek için de kullanacağız.
Elbette ki; Eğitim-Bir-Sen olarak, eğitim çalışanlarının haklarını gözetmek,
hukuklarını korumak, ufuklarını genişletmek, imkanlarını arttırmak, onları mutlu kılmak, bu
yıl ilkini gerçekleştireceğimiz toplu sözleşmeyle onlar adına pazarlık yapmak bizim
öncelikli görevimiz.
Biz,
Üye sayısı 170 bine varan,
İlk toplu sözleşmeye en az 200 bin üyeyle oturmayı hedefleyen,
Eğitim çalışanlarını hakkıyla temsil eden
Eğitim-Bir-Sen’iz.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletin nidalarıyla
Ortak Aklı harekete geçirerek;
Vesayetçilerin hayallerine,
Darbe ihtimallerine son veren
Darbesavar-Sen’iz, Memur-Sen’iz.
Başörtüsü zülmüne direnen
Katsayı uygulamasına karşı çıkan,
Eğitimde fırsat eşitliği isteyen,
Adalet-Sen’iz.
Sıhhiye’yi. Çağlayan’ı
Her yer Filistin Hepimiz Filistinliyiz diyerek inleten
Filistin’e ve Gazze’ye
Endonezya ve Pakistan’a,
Haiti ve Irak’a yardım eli uzatan
Merhamet-Sen’iz.
Değerlerimizi savunurken,
Geçmişimizle övünürken,
“İnsanı yaşat” derken
Medeniyet-Sen’iz
İslam’a dil uzatan
Yüce Peygamberimize hakaret etmeye tevessül eden
Papa’ya ve avanesine haddini bildiren
Cesaret-Sen’iz.
Vesayete kapı aralayan,
Darbe ürünü militarist Anayasayı değiştirmek için
“Toplu Sözleşmeye de Toplumsal Sözleşmeye de Evet”
Çağrısıyla milletimizden destek isteyen
Demokrat-Sen’iz.
Filistini ve Gazze’yi kana bulayan
Mavi Marmaraya kurşun yağdıran
Katil ve korsan devlet İsrail’i lanetleyen
Husumet-Sen’iz
Her türlü ötekileştirmeyi reddederek,
Bir ve kardeş olduğumuzu
Birlikten kuvvet doğduğunu haykıran
Uhuvvet-Sen’iz,
Biz,
İnsanı seven,
Merkezinde insan olan
İnsanlığa hizmet eden
Hakikat-Sen’iz, Nezaket-Sen’iz, Hizmet-Sen’iz
Biz, Eğitim-Bir-Sen’iz
Biz, Memur-Sen’iz.
Biz, Milletiz,
Biz, Türkiye’yiz.
Bu duygularla, Genel Kurulumuza katılımınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyor,
saygılarımı sunuyorum.