Gündoğdu: Çözümsüzlük İsteyenleri Millet Tanıyor
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Çözüm sürecinin, çözüme doğru yol aldıkça, sabotaj kartlarını devreye sokma çabalarının arttığına dikkat çekti. Sağduyu çağrısında bulunan Gündoğdu, “Çözüm sürecine karşı olanları, çözüm noktasında kenarda duranları, çözüme katkı sunma heyecanı taşımayanları millet tanıyor ve biliyor. Önemsemiyor. Çünkü, çözümü millet istiyor. Millet, tek yolun çözümden geçtiğine inanıyor” dedi.
ZİRVEDE RAKİPSİZİZ
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Eğitim-Bir-Sen Denizli Şubesi'nin Çamlık Mesire Alanında düzenlediği geleneksel piknik şölenine katıldı. Şölende konuşan Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Memur-Sen, 11 Hizmet Kolunun 11'inde de yetkiyi alarak tarihi bir rekora imza attı. Memur-Sen’in üye sayısı diğer iki konfederasyonunun üye sayısının toplamından fazla... Eğitim-Bir-Sen, 280 bin üyeyle rakipleriyle arasındaki farkı her geçen gün açıyor daha da açacak.
Zirvede rakipsiziz çünkü; sorunlu değil sorumlu sendikacılık yapıyoruz. Sorun değil, çözüm üretiyoruz. Etnik değil, kardeşlik sendikacılığı yapıyoruz. Ve cüzdan değil vicdan sendikacılığı yapıyoruz. Toplu sözleşmede elde ettiğimiz başarılar da rakipsizliğimizi tescilliyor” diye konuştu.
KARDEŞLİK SÜRECİNİ DESTEKLİYORUZ
Çözüm Süreci hakkında da açıklamalar yapan Gündoğdu, “Etnik kimliklerin birini diğerinden daha değerli ya da değersiz gören ırkçı ideolojileri, birliğimize, dirliğimize yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyoruz. Kardeşlik ikliminin bu toprakların mütemmim cüzü olduğu inancıyla, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesine de “Çözüm Süreci”ne de destek olduk, destek oluyoruz. Akil İnsanlar Heyeti’nde yer almayı millet tarafından verilmiş bir görevin ifası olarak gördük. Türkiye’yi tabiri caizse karış karış gezdik. Çözüm iradesini destekleyecek girişimlerin ya öncüsü ya da paydaşı olduk” dedi.
ALLAH ANADOLU’NUN BİRLİĞİNİ VE DİRLİĞİNİ BOZMASIN
Gündoğdu sözlerini şu şekilde sürdürdü: “2013’ün 1 Mayıs’ın da Çanakkale Ruhu diyerek emek bayramını Çanakkale’de kutladık. 2014’ün 1 Mayıs’ında ise “Kardeşlik İklimi” ve bu iklimi değerleriyle var eden Medeniyetimiz diyerek Diyarbakır'daydık. 1 Mayıs’ı kavga nedeni olmaktan çıkarmak, şiddetten arındırmak, asıl amacına uygun bayram olarak kutlamak için Diyarbakır'daydık. 1 Mayıs üzerinden toplumun iradesine ipotek koymak isteyenlerin aksine biz evrensel hukuk, ebedi kardeşlik için Diyarbakır'daydık. Diriliş şairi Sezai Karakoç’un memleketine misafir olduk. İnşallah buluşmamız Anadolu’nun birliğinin zemini, İslam dünyasının dirliğinin mayası, dünya barışının harcı olacak. Büyük Türkiye’nin, bölgesel ve küresel vizyonunun yeni ufku olacak. Allah Anadolu’nun birliğini ve dirliğini bozmasın inşallah.
DİSK’in eski genel başkanı şimdiki milletvekili, kendince fikir provakötürlüğü yapmaya yeltenip soruyor. Memur-Sen’i Diyarbakır’a, Hak-İş’i de Kayseri’ye Başbakan mı gönderdi? Bizi kendileriyle karıştırıyorlar. Onları Taksim’e mahkum eden, onların emeğin bayramını, dayanışma gününü Taksim’e mıhlamak için uğraşmalarının arkasında iradeleri değil başkalarının, yabancıların emirleri yatıyor. Taksim’de birlikte kutlama iradesini, yanımıza gelmeyin diyerek sabote ettiklerini unutturmak için niçin Diyarbakır’dasınız diye soruyorlar. Biz, Mekke’nin, Medine’nin, Şam’ın daha da ötesi kadim medeniyeti yeniden inşa ve ihya etmenin yolu Diyarbakır’dan, Mardin’den, Şanlıurfa’dan geçtiğinin idrakiyle Diyarbakır’daydık.
Oysa soru şu olmalı; Siz niçin Taksim’de ısrar ettiniz? Siz Uluslararası Sendikalar Birliği (ITUC) Genel Sekreteri’nden emir alarak mı Taksim’i dayatıtınız? 1991’den 2007 yılına kadar KESK’in ve DİSK’in neden hiç Taksim ısrarı yok sorusunu sormak lazım. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesine denk gelmesinin tesadüf olmadığını görmek lazım. Bundan 4 yıl önce Taksim kutlamalara kapalıydı. Dünya görüşü farklı 6 konfederasyon bir araya gelerek, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamaya karar aldık. Türk-İş Genel Başkanının başkanlığında bir araya geldik. Ama DİSK ve KESK'in birlikteliğe zarar veren yaklaşımlarıyla o gün orada Türk-İş Başkanına söz hakkı verilmedi, kürsü işgal edildi. Memur-Sen Genel Sekreteri darp edildi. Buna rağmen ikinci yıl yeniden 5 konfederasyon 1 Mayıs'ı kutladık, yine benzeri olaylar oldu. KESK ve DİSK emeğe ve dayanışmaya aykırı davranışlarda bulundu. Geçen yıl bir araya geldik birlikte kutlayalım, ‘Taksim olsun’ dedik. 1 Mayıs’ı birlikte kutlamayı, bildiriyi ise ayrı ayrı yapmayı kararlaştırdık. Biz toplantıya başladıktan sonra DİSK bireysel olarak Taksim’de kutlama yapacağını duyurdu. Türk-İş’e de KESK’ten resmi bir yazı geldi. Yazıda ‘ITUC Uluslararası Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarına katılacağı için ITUC üyesi olamayan Memur-Sen ve Kamu-Sen katılmasın’ diyor. Bu davranış emek hareketiyle örtüşmeyen gayri ahlaki bir tutumdur. Önce emek örgütleri niyetleri emek mi, özgürlük mü, buna karar verecek ondan sonra başkasına laf söyleyecek. Evde kendi başını bağlayamayanlar düğünde gelin başı yapmaya kalkışırsa arıza oluşurmuş...”
MİLLETİN SİNİR UÇLARINA DOKUNUYORLAR
Örgüt tarafından kaçırılan çocuklar hakkında da değerlendirmelerde bulunan Gündoğdu, şunları söyledi: “Çözüm süreci, çözüme doğru yol aldıkça, sabotaj kartlarını devreye sokma çabaları arttı. Sorunun çözülmesini, varlık nedenlerinin yok olması görenler var. Sorunun çözüme kavuşmasını, Yeniden Büyük Türkiye, Yeni Türkiye, Büyük Türkiye riskinin, Güçlü Türkiye tehdidinin hayat bulması olarak yorumlayanlar var. Çözüm sürecinde, başarıyla geçilen her aşamadan sonra, "nasıl bozacağız bu gidişi, nasıl durduracağız kardeşliği kavileştirecek bu büyük yürüyüşü” diyerek dövünenler var. Yakın tarihte, örgüt tarafından gerçekleştirilen dağa çocuk ve gençleri kaçırma girişimi bunun eseri... 4+4+4 eğitim sistemine çocuk işçiliği azdırır yalanıyla karşı çıkanlar, çocukların işçi yapılmasına tahammül edemedikleri yalanı üzerinden eğitimdeki vesayetin kalkmasına ayak direyenler, son olaylarda sessizler. Çocuk işçiliğe karşı olanlar, çocukların terörle buluşturulmasına, çocuk-genç terörist kavramına karşı değiller anlaşılan. Bu nasıl bir çifte standarttır. Özgürlük için, eşit yurttaşlık için konuştuğunu söyleyenler, çocukların silah zoruyla kaçırılmasına, çocuğumu istiyorum diyerek ana yüreği haykırışlarını Diyarbakır semalarıyla buluşturan anaların ağlamalarına gözlerini ve kulaklarını kapatıyorlar. Çünkü, çözüm sürecinde yeni bir aşamaya gelindi, geçildi. Daha somut, daha net ve daha katılımcı kararların hayat bulacağı bir iklim oluşturuldu. Dağdan, silahtan, terörden özgürlük çıkmayacağını anlayan, çocuklar, gençler, analar sorumluluk aldı.
Bugün Çözüm Sürecinde yeni bir aşamaya giriliyor. Kardeşliğimizi daim kılmak, sorunlarla önce yüzleşmek sonra çözmek için çalışmalar yürütülüyor. Çok şükür 19 aydır da şehit haberi gelmiyor. Ancak kan ve gözyaşından beslenenler halen bir karşı koyuş sergiliyor. Psikolojik harp taktikleri ile milletin sinir uçlarına dokunarak sürecin önüne set çekmeye çalışılıyor. Öte yandan terör örgütü merhamet ikliminden rahatsızlılığını iş makinelerini yakarak, yol keserek, halkı tehdit ederek ve çocukları alıkoyarak gözler önüne seriyor. Bu işgüzarlığa, hukuk tanımazlığa, insan hakları ihlaline üç ağacın peşine düşerek sokakları yangın yerine çevirenler tepki göstermiyor. Örgütün analara açtığı savaşı da yok sayıyorlar. Barış ve güven ortamından rahatsız oldukları kadar anaların örgüte başkaldırısına da karşılar. Annelerin 'çocuklarımızı geri verin' çağrısını provokasyon olarak nitelemek, barış karşıtlığı, süreci zehirleme ve çözümsüzlük üretme gayretidir. Tek kelimeyle vicdansızlıktır! Bu sefer, vicdan galip gelecek, vicdanlılar hakim olacak. Anaların ahı ve ağıtlarının altında kalacaklar.”
DİYARBAKIR’DAKİ ANALARIN TAVRI, ÇÖZÜM İRADESİNİN GARANTÖRÜDÜR
“Ya çocuklar... Yaşları 15 ile 18 arasında olan çocukları reşit sayıp savaş elemanı yapılmasına göz yumacaksın, hayatın gerçeklerini bile daha anlayamayan çocukların iradesinden söz edeceksin” diyen Gündoğdu, “Bu savunma psikoloji ve çocuklarımızın ölüm ile kodlanması hastalıklı ruh halidir. Uluslararası literatürde ve yasalarda ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ sınıfında yer almasına karşın söz de aydınların, aktivistlerin ve STK'ların bu çocuklara sırtlarını dönmeleri utanç vericidir, kabul edilemez bir durumdur. Diyarbakır’daki anneler, çocuklarının dağa çıkarılışına, kaçırılışına itiraz eden analar; çözüm sürecine direnenlerin, terörü beslemek isteyenlerin, terör örgütüne sessiz kalmakta ısrar edenlerin surunda gedik açmaktır. Artık, surda gedik açılmıştır. Diyarbakır’daki anaların tavrı, Çözüm Süreci’nin ve çözüm iradesinin garantörüdür. Diyarbakırlı analar, terörü bitirmenin, eşit yurttaşlık temelli bir siyasal sistem tesis etmenin mümkün olduğunun müjdesidir. Diyarbakırlı analar, Büyük Türkiye’nin, Özgür Türkiye’nin, Sivil Türkiye’nin müjdesidir. Diyarbakırlı analar, terörden medet umanlara, terör örgütü karşısında susanlara, terör yeniden gelsin hayali kuranlara bütün milletin vurduğu tokadın simgesidir.
Türk’ü Kürd’ten, Laz’ı Çerkez’den, Alevi’yi Sünni’den ayırarak bizi bölmek istiyorlar. Bilsinler ki başaramayacaklar. İzin vermeyeceğiz. Post modern sömürgecilerin bu kirli emellerine ulaşmalarına asla müsade etmeyeceğiz. 15 asırlık kadim medeniyetin ortak mirasçıları olarak bu kapıyı örtmek isteyenlere fırsat vermeyeceğiz. Onların yenilenmiş yöntemlerine, planlarına, tuzaklarına ve komplolarına karşı tek ses, tek yürek, tek bilek olacağız. Çözüm sürecine karşı olanları, çözüm noktasında kenarda duranları, çözüme katkı sunma heyecanı taşımayanları millet tanıyor ve biliyor. Önemsemiyor. Çünkü, çözümü millet istiyor. Millet, tek yolun çözümden geçtiğine inanıyor” şeklinde konuştu.
“TEZEĞİN KOKUSU TÜSİAD’A YAPIŞMIŞTIR”
“Gezi olaylarında gençlerin yanında oldukları görüntüsüyle gerçekte illegal yapıların finansörlüğünü yapanların kimler olduğunu bu millet çok iyi biliyor” diyen Gündoğdu, sözlerini şu şeklinde sürdürdü: “Onlar, kendilerini ele vermeye başladılar. Gezi olayları sonrasında, 17 Aralık sonrasında Türkiye’nin özgürlük konusunda sıkıntı yaşayan ülke konumuna sürüklendiği ve böyle bir ülkeye dış yatırımcı gelmeyeceği vaveylası koparanların, emeklerini ve ekmeklerini koruma telaşındaki işçilerin eylem yapmasını engellemek için fabrikasının önüne hayvan gübresi dökecek kadar özgürlük karşıtı olduğunu öğrendik. Türkiye’ye dış sermaye girmez kaygısı hissettiğini ifade edenlerin, emekçilerin, işçilerin fabrikaya girmemesi için neler çevirdiğini hep birlikte gördük. Taksim’de ‘gezizekalılar’a banilik yapan hatta eylemcilere tarife üzerinden bahşiş verenlerin, diğer tarafta kendi fabrikalarında hakkını arayan işçilerin önüne tezek döken kimliklere dönüşmesi bizim için şaşırtıcı bir durum değil. Onlar, bugün değil dün de çifte standartlıydı. Gezi olaylarından sermaye kanadı olarak istifade etmeye çalışanların, gerçek yüzünü ortaya çıkaran tezek vakası nedeniyle istifası hayırlı olmuştur. Tezek kokusuyla işçileri fabrikadan uzak tutmaya çabalayan zihniyetin kokusuna, millet itibar etmemektir. İstifası hayırlı olur inşallah. Bu tezeğin kokusu TÜSİAD’a yapışmıştır, bir daha kalkmaz. Milletin değerleriyle kavga etmeyin, sözde yeşil sever, emek sever olmayın, bunu icraatlarınızla da gösterin. Bunu bir ders olarak görün.”
SOMA’DA İHMALİ OLAN CEZALANDIRILSIN!
Soma’da yaşanan maden faciası hakkında ise Gündoğdu, “Soma’yı bizler acı olarak gördük, Acıyı paylaştık. Biz sorumluların ortaya çıkarılmasını istedik. Bazıları ise Soma’yı fırsat olarak gördü. Acılardan, muhalefet iklimi devşirmeye kalktı. İş sağlığı ve güvenliği penceresinden bakmak yerine iç muhalefeti zenginleştirme perdesi olarak kullanmaya yeltendi. Soma, sermayenin insan hayatına, emeğe ve alın teriyle ekmek kazanma derdine düşenlere hangi gözle baktığını gösteriyor. Yitirdiğimiz 301 canın acısını yaşamak, yakınlarının feryadını duymak yerine ülkede isyan gettoları oluşturma arayışlarına zaman ayıranlar, kafa yoranlar kaybetmeye mahkumdur. Biz, Soma’da kaybettiğimiz işçi kardeşlerimizin acısını yaşamakla yetinmeyeceğiz. Bu acı tablonun ortaya çıkmasına neden olanların, ihmallerin ortaya çıkarılmasının da mücadelesini vereceğiz” dedi.
Yeni ve sivil bir Anayasa talebini dile getiren Gündoğdu, “Türkiye, bir asrı geçen bir darbe ve vesayet iklimi yaşadı. 60 ihtilaliyle anayasal kurguya kavuşturulan vesayet, 71 muhtırasıyla tam korumaya alındı. 80 darbesiyle de, vesayetin sahipleri kendisini yeniden hatırlattı. 28 Şubat’ta ise vesayeti bitirecek iklimin oluşması ihtimaline bütünüyle son veirilmek istendi. Merhum Erbakan’ın 28 Şubat’la ilgili tespiti yaşadıklarımızı ve bize yaşatılanları çok güzel özetliyor. “28 Şubat Türkiye’nin kendi tarihine, kendi değerlerine, medeniyet havzasına dönüş iradesini engelleme ve erteleme çabasıdır.” Bugün geldiğimiz nokta, bunu başaramadıklarının, başaramayacaklarının en büyük delilidir. Türkiye, tarihinin, coğrafyasının ve medeniyetinin kendisine yüklediği doğal misyonu ve büyük vizyonu yüklenmekte kararlıdır. Bu misyonu ve vizyonu sahipleneceğiz. Büyük ve Güçlü Türkiye’yi mutlaka inşa edeceğiz. Merhum Erbakan’ın deyimiyle “Yeniden Büyük Türkiye” diyeceğiz. Kararımız kesin. Karalılığımızı ilan ve ispat etmek için yapmamız gereken ilk işlerden biri belki de en önemlisi; bireyi merkeze alan, hak ve özgürlüklerden yana, inançlara saygılı, herkesin inancını inandığı gibi yaşamasının güvencesi, demokrasinin ve özgürlüklerin dibacesi Yeni ve Sivil Anayasa yapmak ve yazmaktır” dedi.
KILIÇDAROĞLU ÖNCE MUHALEFET GÖREVİNİ YAPSIN
Konuşmasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiren Gündoğdu, “Eyy Kılıçdaroğlu... Ana muhalefet görevini yap. Senin görevin Memur-Sen'e muhalefet etmek değil, iktidara muhalefet etmektir. Ben seni muhatap olarak almıyorum. İlla bizimle muhatap olacaksan önce milletin ortak değerleri ile savaşmaktan vazgeç. Millet iradesine sahip çıkmadan bizimle muhatap olamazsın. Bugünkü durumunla iş yeri temsilcilerimle bile görüşemezsin. Kendi bekası için, darbecilerle kol kola girenlerle bizim işimiz olmaz. Siyasi alanı tıkayarak, darbecilere zemin hazırlayanlar bizim muhatabımız hiç olamaz. Sen kaldırımları sökenlerin, yakıp yıkanların, kaos peşinde olanların yanında oldun. Milli iradenin yanında hiç olmadın.
Sonra sen bize neden saldırıyorsunuz biliyoruz. Ruh halin ortada: iktidar olamayacağını biliyor, siyaset üretemeyince sivil toplum örgütlerine saldırıyorsun. Siyaset üretememenin getirdiği kriz hali ile bizi hedef gösteriyorsun.
Bir de çatı arayışları var. Milletin değerlerine dayalı siyaset yapma temelinden yoksun olanlar, “çatı aday” arıyorlar. “Cumhurbaşkanlığına adayım” demeye korkuyorlar ama maşallah işlerine gelmeyene “Cumhurbaşkanı olamaz” demeye cesaret ediyorlar. Sizin olsa olsa çatı adayınız milletin değerleriyle kavgalı olanlar, milletle barışamayanlar olur. 28 Şubat post-modern darbe sürecinde milleti yalnız bırakan, her darbe döneminde de şapkasını alıp kaçan Demirel olur. Türkiye'nin vizyonunu hiç bir katkı sunmayan, fırlattığı anayasa kitapçığıyla ekonomiyi yerle bir eden Sezer olur. Biz ise Büyük Türkiye ideali için çalışan milletin değerleriyle barışık, Menderes, Özal, Yazıcıoğlu, Erbakan'ın yanında olduk. Bugün de milli iradenin yanında kim daha güçlü durur, milletin değerlerine kim daha fazla sahip çıkarsa onun yanında durmaya devam edeceğiz” diye konuştu.