Güncel Âlim mi/Çağı Aşan Münevver Mi?
Her bireyi, nasıl içinde doğup büyüdüğü toplumun inançları, alışkanlıkları, birikimleri ve değer yargıları zaman içinde şekillendiriyorsa; adına ister münevver, ister aydın, mütefekkir, entelektüel ya da ulema diyelim, fikir, düşünce ve eser bakımından temayüz etmiş şahsiyetleri de, toplum üretir ve şekillendirir. Bu genel kabul çerçevesinde halk, kendi anlayış, kabiliyet ve dinamikleriyle “ulemasını”, ulema da hem toplumu hem de yönetici kitleyi eğitir, yetiştirir. Yöneticiler, halkın yüksek düzeyde eğitimi ve zamanın gerekleri doğrultusunda gelişimi için çaba sarf ederken aynı zamanda donanımlı bir aydın sınıfın teşekkülü ve tekemmülüne de zemin hazırlamış olurlar. Bu üçlü, bu döngüyü uzun süre ve istikrarla devam ettirdiğinde; daha dinamik, daha başarılı, daha güçlü bir toplumsal yapı hatta tüm insanlığın ortak paydası olacak bir medeniyet inşası gerçekleşebilir. Toplum, yönetici ve aydın sınıfından herhangi birisinde yozlaşma/çürüme/yabancılaşma meydana gelirse bu, anında diğerlerine de sirayet eder ve kısa zamanda çöküş ve yok oluş kaçınılmaz olur. Bu bağlamda İmam-ı Şafii, “halkın bozulması yöneticilerin, yöneticilerin bozulması ise ulemanın yetersizliği yüzündendir” demekle, sorumluluğun en ağırını aydın sınıfına yüklemiştir. Bu ağır sorumluluğun muhatabı olan aydın, aynı zamanda toplumun ahlakı, vicdanı ve kalbidir. O, gerçekte halkıyla aynı zaman dilimini yaşıyor olsa da elli hatta yüz yıl önden gitmelidir ki; mensubu olduğu toplum da (büyük kitleler de) taşıdığı misyona, gözettiği ufka ve hedefe heyecanla iştirak etsin ve birlikte yürüsün. Bu yolculukta çıkabilecek engelleri, olası zorlukları, handikapları önceden sezmek, hissetmek ve çözüm üretmek suretiyle kaos ve buhranlardan toplumu çekip çıkarsın. Hemen hemen bütün toplumların, yüzyıllar içinde oluşan ve yeri geldiğinde eylemlerine, kararlarına, reflekslerine ve seçimlerine yön veren kendine özgü bir halet-i ruhiye’si vardır. Bizim milletimiz de, kendi kültür havzasında yetişen ve medeniyet değerlerini referans alan gerçek aydınla (münevver insanla), başka kültürlerin eseri olarak ortaya sürülen aydınları bir diğer ifadeyle –kendi toplumunun değerlerine yabancılaşmış- aydın geçinenleri kendine has “arif “ tarafıyla bir şekilde tefrik etmiş, kimin sözüne ve eserine itibar edeceğini tereddütsüz ortaya koymuştur. Tarih, mesajı yüzyılları aşan münevverle, mesajları yarına kavuşamayan aktüel/konjonktürel alimleri kaydetmiştir. Şimdi bize düşen, meşakkatli yolculukların eseri medeniyetimizin bakiyesi halet-i ruhiyemize mahsus arif tavrımızla; kendi değerlerine yabancılaşmış, güncelin ötesine geçemeyen alimlere (arif olmayı beceremeyenlere) sırtımızı dönerek modern çağın tüm insanlığa getirip dayattığı tüm zorluklara, açmazlara karşı yeni teklifler, yeni çıkış yolları, ufuklar ve hedefler sunacak yeni münevverler yetiştirmek ve onların çağın ötesine seslenen mesajlarını medeniyetimizin yeniden inşası ve ihyası çabalarımızın yol haritasına dönüştürmektir. Yayın organlarının kültür hayatımızdaki rolünü 1970’li yıllarda “Aydın bulma yolunda, kadronun elinde en geniş alanlara sarkan yayın organları olmalıdır. Kadronun sanat, fikir, politika adamlarını kamuya mal eden yayın şarttır. Ülkenin kültür hayatının akışını yönlendirmenin yolu yayındır.” ifadeleriyle ortaya koyan M. Akif İnan’ın, bu mesajını hayata geçirme olarak da gördüğümüz “Kamuda Sosyal Politika” dergisinin bu sayısını, bize düşeni deklare etmek ve tarihe not düşmek adına “aydın” konusuna ayırdık. Görüşlerini ve özeleştirilerini içeren yazılarıyla, aydın gerçeğini kavramada bize ışık tutan ve sayılarının artmasını umduğumuz aydın insanlara teşekkür ediyor, yazılarındaki ışıkla sizleri baş başa bırakıyoruz.