Geleceğin Büyük Türkiye’si İçin Gençlerle Yol Almak
Demokratik hukuk devleti, toplumsal düzenin temeli, ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmenin zemini, bireysel hak ve özgürlüklerin de teminatıdır. Bu gerçeğin en çok bilincinde olması gereken yüksek yargı mensuplarınca, yargı, yürütme ve yasama arasındaki işbirliğini düzenleyen kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali fazlasıyla dramatik bir durumdur. Hem Anayasa Mahkemesi hem Danıştay’ın kuruluş yıldönümü toplantılarında yüksek yargı başkanlarının ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın devlet protokolünün önünde, aleni bir şekilde kayıt dışı siyaset yapması tuzun kokması olayından başka bir şey değildir. Devlet adabına yakışmayan, iktidara ayar vermeye yönelik konuşma ve çıkışlar, kelimenin tam anlamıyla ana muhalefet başta olmak üzere muhalefet partilerine karşı saygısızlıktır, büyük bir haksızlıktır. Bu yersiz ve gereksiz, muhtemelen kötü niyette içeren çıkışların siyaseten karşılığı, “Türkiye’de muhalefet boşluğu var ve bu boşluğu, biz dolduruyoruz” demektir ki, anti demokratik süreçlerde “durumdan vazife çıkaran” generallerin darbeci mantığından hiçbir farkı yoktur. Memur-Sen olarak, her zaman söylediğimiz gibi “herkes haddini bilsin, kendi işine baksın” diyoruz. Türkiye Barolar Birliği’ne de önerimiz; siyaset ve toplum mühendisliğini bıraksın, avukatların sorunlarıyla ilgilensin, adaletin daha hızlı işlemesi için tekliflerde bulunsun. Siyasi mekanizmalar yargı mercileri hakkında siyasi soruşturma isteyemeyeceği gibi, yargıçlar da siyasi kararlar veremez. Yüksek yargı mercileri, milletin ve ülkemizin hukukunu hukukun içinde kalarak korumalıdır. Uluslar arası şirketlerin menfaatini koruyacağım derken, bireylerin kişilik hakları Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) kâr hırslarına yem edilemez, edilmemelidir. Hukukçuların değil, hukukun üstünlüğünü önemseyen bir sivil toplum kuruluşu olarak, insan onurunu koruma mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Konfederasyon olarak, toplum ve siyaset mühendisliklerine hiç itibar etmedik. Değişim ve dönüşüm adına, insanlığın, milletimizin, kamu görevlilerinin daha huzurlu, daha müreffeh, daha özgür yaşaması için atılması gereken adımlarla ilgili projeler geliştirdik, bunları talebe dönüştürerek çözüm makamlarıyla paylaştık. Bu anlayışımızın sonucu olarak 2013 yılı, mazlumların yarasını sarma, özgürlük isteyen milyonların sesi olma, başörtüsü yasağının kalkmasında öncülük etme, kamu görevlilerinin ekmek ve emeğinin geleceğini garanti altına alma bakımından başarı ve kazanımlarla dolu bir yıl olarak tarihe geçti. 2014 yılına da etkin ve hızlı bir hizmet anlayışı ile girdik, yeni hedeflere tek tek ulaşarak yolumuza devam ediyoruz. Özellikle 2013 yılının sonlarında başlayan küresel operasyona karşı “Millete yönelik vesayet operasyonunu; millet iradesiyle durduracağız” demiştik. Çünkü hedef Türkiye idi. “Türkiye hepimizin” vizyonuyla milli iradenin gerçek sahibi millet olarak bir mücadele başlattık. Büyük Türkiye’ye yönelik küresel operasyonları defettik, Büyük Türkiye’den rahatsız olan iç ve dış güçlerin, Büyük Türkiye yolculuğunu durdurmaya yönelik tüm heveslerini kursaklarında bıraktık.
Barış ve hakkaniyet temelli demokratik yeni bir dünya istiyoruz. Bu çerçevede, kadim medeniyetimizin inşası için hizmet ürettik ve mazlumlara sahip çıktık. Sadece ülkemize yönelik değil dünyanın dört bir yanında gerçekleştirilen küresel operasyonlara da karşı çıktık. SİSİ kuklası eliyle gerçekleştirilen darbeye karşı “Mısır İçin Direniş İnsanlık İçin Diriliş” mitingiyle kuklacıları da, kuklayı da protesto ettik. Darbeci SİSİ’nin hukuksuz ve haksız idam kararlarına karşı da tepkimizi sürdürdük. Özgürlük meşaleleriyle BM’nin önünde darbecilerin kurmak istedikleri idam sehpalarını yaktık. Çünkü insanlığın idam edilmesine izin veremezdik. İnsanlık için sessiz kalmadık. Dünyanın vicdanını ayağa kaldırmamız gerekiyordu ve kaldırdık. Esat katilinin açtığı yaraları sarmak, daha büyük travmaların oluşmasını engellemek için Suriyeli kardeşlerimize dönük “Sana ihtiyacım var” yardım kampanyalarına öncülük yaptık.
Söz konusu olan insan hayatı ve insan onuru ise, sıfır tolerans politikasını önemsiyoruz. Bu kapsamda, insan ve millet onuruna en büyük zararı veren darbe ve vesayet anlayışına sıfır tolerans diyoruz. Bir insanlık suçu olan işkenceye, ister kadına yönelik, ister öğretmenlere, ister sağlık çalışanlarına yönelik olsun şiddete karşı sıfır tolerans politikasını benimsiyoruz. En temel insan hakkı yaşama hakkıdır. Yaşama hakkı hakların anasıdır. Yaşama hakkı yoksa diğer haklardan söz edilemez. Dolayısıyla ocakları söndüren terör, trafik ve iş kazalarına karşı sıfır tolerans gösteriyoruz. Yine insan onuru ve özgürlüğünü zedeleyen yoksulluğa, yolsuzluğa ve yasaklara karşı sıfır tolerans anlayışıyla amansız bir mücadele yürütüyoruz. Ayrıca, onurlu insanlara yakışmayan yağcılığa karşı da müsamaha göstermiyoruz.
Yasaklara müsamaha göstermediğimiz gibi şiddet diline, çözümsüzlüğe de müsamaha göstermiyoruz. 1 Mayıs’ın 2008’de Emek ve Dayanışma Günü olarak kutlanması, 2009 yılında tatil ilan edilmesinde önemli katkımız oldu. Yine ‘Taksim’de 1 Mayıs kutlaması yapılamaz” tabusu ve yasağının kalkmasında öncü rol oynadık, 2010 ve 2011 yıllarında Taksim’de hep birlikte 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutladık. 2012 yılında “Toplu Sözleşme” temasıyla Ankara’da; 2013 yılında uluslar arası sendikal kuruluşların kuklası kimi konfederasyonların birlik ve dayanışma kavramına aykırı tutum ve söylemleri sebebiyle 1 Mayıs’ı Taksim’den kurtarmaya karar verdik ve “HAK, EMEK, BARIŞ VE KARDEŞLİK YOLUNDA” temasıyla Çanakkale’de, bu yıl da “EMEK, DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE MEDENİYET BULUŞMASI” temasıyla 1 Mayıs’ı Diyarbakır’da kutladık. Medeniyet buluşmamız alanlara sığmadı. Hem 1 Mayıs hem sendikal tarih açısından Diyarbakır’da çalışanlar yeni bir tarih yazdı. Diyarbakır, 1 Mayıs’ta kaynaşmanın, sosyalleşmenin, çözüm iradesinin zirveye taşınmasının mekanı oldu ve medeniyet kardeşliğinin bu zamana akmasına tanıklık etti. Bu muhteşem miting öncesi ve sonrasında Diyarbakır’da ilk kez kepenkler kapalı değildi, insanların elinde molotof kokteyli yoktu. Arbede yaşanmadı, tartaklamalar olmadı, kaldırımlar sökülmedi. Su sıkan TOMA’lar, biber gazı sıkan polisler ve polisle çatışan insanlar yoktu. Çünkü, Diyarbakır’da açık olan sadece kepenkler değildi, gönüller açıktı, kalpler açıktı, vicdanlar açıktı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen Anadolu insanı kardeşliğini pekiştirdi, gönül köprüleri kurdu. Kadim medeniyet buluşması, büyük bir kucaklaşmaya sahne oldu. Türkiye’nin konfederasyonuna ve üyelerine de bu muhteşem duruş yakışırdı. Mayası aşk, birlik ve kardeşlik olanlardan farklı bir duruş beklenmezdi zaten. Bu tarihi buluşmada emeği geçen herkese, özellikle de harika bir ev sahipliği gösteren Diyarbakır teşkilatlarımıza ve Diyarbakır halkına bu vesileyle teşekkür ediyorum.
Bu muhteşem mitingte Çanakkale ruhunun tesis edildiğine şahit olduk. Çözüm sürecinin sahipsiz olmadığını, sahibinin bizatihi millet olduğunu, milletin himayesinde olduğunu gördük. Anadolu insanının büyük sağduyusunu hiçbir tuzağın, komplonun ve pusunun bozamayacağını İstasyon Meydanı’ndan haykırdık. Dış odakların akıl hocalığında yazılan tüm senaryoların milletin senaryoları karşısında, milli iradenin duruşu karşısında kaybetmeye mahkum olduğuna şahitlik ettik. Tekrar tekrar Teşekkürler Diyarbakır, teşekkürler çevre iller, teşekkürler Diyarbakır Memur-Sen teşkilatları diyorum.
Gezi olayları, 17 Aralık küresel operasyonları ve 1 Mayıs Taksimcilerinin arkasında faiz lobisinin olduğunu söyledik, söylemeye devam edeceğiz. Merkez Bankası Başkanı, vatandaşın menfaati gereği hem faiz, hem döviz kurları noktasında lobi yapma, görüş bildirme hakkının olduğunu söyledi. Bu demokratik bir ülkede iyi niyetli bir yaklaşım. Ancak, kolay para kazanmak, ülkeyi ekonomik istikrarsızlığa sürükleyerek siyasetin dengesini bozmak, darbe girişiminde bulunmak için lobi yapan uluslar arası faiz lobilerine, döviz lobilerine, enflasyon lobilerine de sessiz kalamayız, boyun eğemeyiz. Bu noktada ülkemizin ekonomik çıkarları doğrultusunda pozisyon almaya, duruş sergilemeye devam edeceğiz. Memur-Sen olarak her zaman, faiz, döviz, enflasyon lobilerinin karşısında, istihdam, üretim, kalite ve ihracat lobilerinin yanında yer aldık, almaya da devam edeceğiz. Bugün işsizlik yüzde 10’ları bulmuş durumda. Türkiye’de istihdamı yüzde 90’lara varan oranda KOBİ’ler sağlıyor. Biz ekonomik iktidarı halen elinde bulunduran büyük sermaye gruplarının daha fazla işsizi istihdam etmelerini bekliyoruz. Bir ülkede büyümeyle kalkınma, maddi gelişmeyle manevi gelişme orantılı değilse sosyal problemlere kapı aralanmış olur. Milli gelir büyüyor, ancak adil paylaştırılmıyorsa çalışma barışı sağlanamaz. Maddi gelişmeye paralel manevi gelişme yoksa ahlaki erozyon ortaya çıkar. Son günlerde patlayan kayıp çocuklar, çocuk cinayetleri bu sosyal problemin, ahlaki erozyonun geldiği tehlikeli boyutları göstermektedir. Bugün nasıl depreme dayanıklı inşaatlar yapılıyor, mevcutları depreme dayanıklı hale getiriliyorsa, toplumsal düzenimiz, aile hayatımız, kişiliğimiz ahlaki erozyonlara, yozlaşmalara, çürümelere karşı dayanıklı hale getirilmelidir. Okullarda öğretilen din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile geçen yıl müfredata giren Kur’an ve siyer dersleri, manevi sorunlarımızı çözecek sihirli bir değnek olarak görülmemeli, aileler çocuklarına sahip çıkmalı, gençlerle ilgili programlar hem nitelik hem nicelik olarak artırılmalıdır.
Memur-Sen olarak, geleceğin sahibi gençlerin yetiştirilmesini çok önemsiyoruz. Bu amaçla, gençlik araştırmaları ve çalıştayları yaptık. Erdemli, Kur’an’ın müslümanı ve çağın gençliğinin yetiştirilmesi için kurduğumuz Genç Memur-Sen, bugün Türkiye’nin tamamında örgütlendi. Biz, sadece Türkiye’de örgütlenmesini yeterli bulmuyoruz. Başta kadim medeniyet coğrafyamız olmak üzere tüm dünyada örgütlenmesi faaliyetler yapmasını istiyoruz. Günümüz internet ortamı ve sosyal medya, dijital örgüt, dijital toplum ve dijital gençlik ortaya çıkardı. Çağın gençliği dedik. İşte bu çağın gençliğinin dijital ortamdan olumlu bir şekilde yararlanmalarına, medeniyet ve değerler sistemimiz içinde kalarak geleceklerini inşa etmelerine rehberlik etmeliyiz. Memur-Sen teşkilatlarının birinci gündem maddesinin gençlik olmasını, mutlaka tecrübe paylaşımı yoluyla gençlerin hayata hazırlanması yönünde mutlaka sorumluluk almalarını istiyorum.
Türkiye’nin önünde tarihi öneme sahip iki seçim var. Yazımı, bu seçimlerin tarihsel önemine vurgu yaparak bitirmek istiyorum. Bu seçimlerden birisi, 2014 Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi, diğeri ise 2015 Haziran ayında gerçekleştirilecek genel seçimlerdir. Memur-Sen olarak, hem 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesine hem de demokratik Türkiye yolunda büyük bir reform olan 12 Eylül 2010 referandumuna güçlü bir destek verdik. Bu çerçevede, halkın seçeceği Cumhurbaşkanının hem halkın hem devletin başı olmasını önemsiyoruz. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gerektiğine de inanıyoruz. Bu düzenleme restorasyon niteliğindeki anayasa değişiklikleriyle değil, sistemi A’dan Z’ye yeniden kurgulayacak demokratik, sivil ve özgürlükçü yeni bir anayasayla mümkündür.
12 Haziran 2011 seçimlerinde tüm siyasi partiler yeni anayasa sözü verdiler, ancak bu sözlerini tutmadılar. 12 Haziran 2015 genel seçimlerinde tüm siyasi partilerin birinci temel vaatleri yeni anayasa olmalı ve bu vaatlerini ete kemiğe büründürmeliler. Bugünden söylüyoruz, geleceği yeniden kurgulayacak anayasada mutlaka kamu görevlilerinin grev ve siyaset hakkı olmalıdır.
Memur-Sen olarak, büyük Türkiye ve kadim medeniyet yolunda atılacak her türlü olumlu adıma katkı yapmaya hazırız. Bu duygu ve düşüncelerle ülkemizin ve milletimizin geleceği aydınlık, milletimiz müreffeh ve huzurlu olsun diyorum.