Eğitimde Hedef Hakikate Ulaşmış Kamil İnsan Olmalı
İnsan için “insanlaşma”, “insan olma/kalma”, doğumdan ölüme hayatın her anında varlığını hissettirmesi gereken temel bir hedef. Bu hedef, “mistik retorik” olarak değil “maddi gerçeklik” olarak insana dair bütün konuların, gündemlerin, soru ve cevapların da merkezinde yer alıyor. Öyle de olmalı. İnsan, kendisini insanlaştırdığı ve insan olmayı başarabildiği ölçüde, kendisini diğer canlılardan ayıran ve kendi (cüz’i) iradesinin zerre katkısının olmadığı ontolojik ayrıcalığın hakkını verebilir.
Şüphesiz insan, canlılık formuna sahip yaratılmışlar arasında “eşref-i mahlûkât” sıfatıyla varlık dünyasına dahil edilmiş olmasının, hangi gerekçeleri, hangi eylemleri ve hangi hedefleri içerdiğini/gerektirdiğini bilecek/bulacak kapasiteyle var edilmiştir. Bu anlamda insan, kendisine hibe edilen hayat denilen zaman dilimini, “doğdum”, “yaşadım” ve “öleceğim” kavramlarıyla özetlenecek bir hikayeye dönüştürmekten kaçınmalıdır. İnsanın yapması gereken, yaradılış gayesini “bilmek”, Hakikati “bulmak” hedefini kuşanmak ve Hakikatin membaından beslenerek kamil insan “olmak” suretiyle ölümsüzlüğü edinmiş bir şekilde ölümle buluşup hayatını tamamlamaktır. Sadece insana ait kılınan Ahsen-i Takvim tasarımı ile Sırat-ı Müstakim misyonunun buluşması, “insan olmak” vizyonunu yüklenmeyi olağan bir sorumluluk haline getiriyor.
Ancak, bu misyonun hayatın pratik süreçleri üzerinden başarıya ulaşması, “bilmek”, “bulmak” ve “olmak” evrelerini geçmekle mümkün. Bunun için, bütün bu evrelerde geçerli olacak kabullere, bu kabulleri anlamlandırıp idrake dönüştürecek kılavuza, kabuller ile kılavuzun stratejik ve sistemli ilişkisine dayanan bütüncül bir faaliyet gerekiyor. Biz, bu bütüncül faaliyet alanına “eğitim” diyoruz. İnsanın, -kamil- insan olmasını amaçlayan bir faaliyetler bütünü olarak eğitim; merkezinde öğrenme eylemi ile değerleri yaşamak/yaşatmak suretiyle insanlaşma hedefi bulunan ve insanın var olmasıyla başlayan ilk insani faaliyettir.
İlk insan Hz. Adem aynı zamanda ilk öğrenci, ilk öğrenen, ilk öğretilendir. İnsanın ilk öğreticisi/öğretmeni ise Allah (c.c.)’dır. Kur’ân, Yaradan ile yaratılan arasındaki bu öğretme-öğrenme ilişkisini şöyle ifade ediyor; “Allah, Âdem’e bütün isimlerini öğretti.” Yaradanın, kulu olan insanla bilmeye, öğrenmeye ve eğitime dair ilişkisi bununla sınırlı değil. Bu ilişkide ezelden-ebede devam edecek iletişim ve süreklilik insana, bizzat Yaratıcısı tarafından “Bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi de öğretir” şeklinde ifade ediliyor. Bu mesaj, öğrenmekten sonra yeni bir anahtar kavrama ulaştırıyor bizi; bilmek. Yaratıcı Kudret, insana, insanı yaratış gayesi ve onunla ilk teması üzerinden, “bilmek” ve “öğrenmek” gibi iki temel sorumluluk yüklüyor. İnsanın bildiği, bilebileceği, bilmek için öğrenme eylemini gerçekleştireceği şey nedir? Şüphesiz, bilgidir. İnsanın yaradılış gayesine uygun biçimde kendisini inşa faaliyeti olarak tanımladığımız eğitimin bütün süreçlerinde bilgi; öğretmenin/alimin/arifin yol göstericiliğinde idrakin hammaddesi olarak kullanılır. İnsan ve bilgi arasındaki bu etkileşimin belirli, denetlenebilir ve zenginleştirilebilir bir program dahilinde ve sistemleştirilmiş bir işleyişe bağlı olarak gerçekleştirilmesi eğitimin fonksiyonel/organizasyona dayalı tanımına ulaşmamızı sağlar. Eğitimin soyut bir düzlemden, somut bir alana evrilmesini sağlayan eğitim sistemi ve eğitim programlarının kuruluş/hazırlanış süreci bu fonksiyonel gereksinim üzerinden başlamış olur.
Eğitim sisteminin varlık sebebi, insanı insanla buluşturmak ve insana kamil sıfatına ulaşma fırsat ve imkanları sağlamaktır. Bu çerçevede eğitim sisteminin, mutlak surette insanın kendini gerçekleştirmesine, yaradılışında var olan kapasitesini açığa çıkarma ve hayatın somut yönleriyle buluşturma kurgusuyla oluşturulması gerekir. Eğitim sistemi ile insan arasında bu yönde kurulacak ilişki, bireyden topluma doğru “hikmet” eksenli bir inşanın da ön şartıdır. Hikmet odaklı bir eğitim sistemini oluşturmak, mutlak gereklilik olmakla birlikte kolay bir süreçte değildir. Öğretmeninden, yöneticisine, eğitim programlarından, ders programlarına, okul binalarından okul çevresine kadar bütün parametrelerin bu odak üzerinden en küçük ayrıntıya kadar ortak hedefe inanmış olarak ve ortak bir akılla üretilmesi gerekir. Buradaki ortaklığın temel kavramı, insan ve onun insanlaşmasıdır. Bu anlamda eğitim sistemi ve organizasyonu içerisinde yer alan bütün unsurlar; özellikle de kamudan, sivil topluma, sendikalardan, gönüllü kuruluşlara, ebeveynlerden eğitim çalışanlarına herkes, eğitimin temelde insan-insan etkileşimine, iletişimine ve işbirliğine dayalı insani faaliyet olduğu gerçeğini akıldan çıkarmamalıdır.
Bu temel paradigmanın farkında olarak; eğitimin planlanması, sistemleştirilmesi, programa bağlanması, derslerin belirlenmesi, ders kitaplarının hazırlanması ve haftalık ders programlarının oluşturulması gerekiyor. Eğitim sisteminin üst aklı olarak değerlendirilebilecek “eğitim felsefesi” de, bu ve diğer bütün eğitim sistemi bileşenlerine dair yönelimleri ve yöntemleri belirleyecek değerleri, karineleri ve kuralları ortaya koymalıdır. Eğitim sisteminin ve faaliyetlerinin bütün evrelerine hakim olacak temel yargılardan biri hiç kuşkusuz eğitimin, “insan kaynağı havuzu oluşturma” faaliyeti olmadığıdır. Biraz daha açarsak, eğitimin varlık sebebi piyasanın, sektörlerin, çalışma hayatının ihtiyaç duyduğu meslek erbabını, uzmanları, ustaları, kalfa ve çırakları yetiştirmek değildir. Bu olsa olsa eğitimin işlevlerinden ya da sonuçlarından biridir. Eğitimin varlık sebebi, başlangıçtan bu yana ifade ettiğimiz gibi “insanlaştırmak” ve “insanı inşa etmek”tir. İnsanı, yaradılış gayesiyle buluşturup, bu gayeye uygun değer, davranış ve tavırlar üzerinden kemal noktasına hazırlamaktır. Sözün özü, eğitimin final sahnesi, piyasaya arz etmeye veya bir işe yerleştirmeye hazır birey değil, bedenini, aklını, nefsini ve nefesini Hakikatin imbiğinden geçmiş değerleri edinmek için harcayarak kemale ulaşmış insandır. Bu durumda, bütün soruları doğru cevaplamak için gereken bilgiye sahip öğrenci/birey/insan sayısının fazlalığı üzerinden eğitime dair sistemi, organizasyonu ve programı başarılı bulmak doğru olmadığı gibi doğru sayısı fazla olan ya da yanlış sayısı az olan öğrenciyi “başarılı” olarak etiketlemek de doğru değildir. Elbette, öğrencinin kendisine aktarılan bilgiyi istendiğinde geri dönüt olarak vermesi bir başarıdır. Ancak, bu başarı sonuca dair değil süreç içerisinde ve o anla sınırlı bir tespit olarak değerlendirilmelidir. Eğitim sisteminin, eğitim programlarının, öğretmenin ve hatta öğrencinin başarısı, bu tip kişisel etiketlemelerin çok üzerinde olacak şekilde, “kamil insan” sıfatını haiz bireye ve bu bireylere dayalı olarak da ehli kemal topluma ulaşıldığında gerçek anlamda söz konusu olur.
Bu neviden bir başarı, bireye örgün ya da yaygın eğitim kapsamında hatta hayat boyu öğrenme uygulamalarında hangi yetilerin kazandırılacağından çok bireyin/insanın hangi değerler üzerinden inşa edileceği ile alakalıdır. Bu anlamda eğitim sisteminin, insanın aklı, ahlakı ve idrakiyle ilk temas zeminini oluşturan ders programları son derece önemlidir. Hangi eğitim kademesinde hangi değerin bireye kazandırılacağı, hangi bilgiler ve mesajlar aracılığıyla bunun gerçekleştirileceğinin belirlendiği bu alan, bu yönüyle eğitimin birey üzerindeki inşacı etkisine yönelik yol haritası özelliği de taşır. Bu anlamda, eğitim (ya da öğretim) programları, her yaş grubunun kendine mahsus özellikleri dikkate alınarak belirlenmeli, değer ve ona uygun olarak kazandırılacak davranışlar, hayatın gerçekleri yanında bireyin yeterlikleri de dikkate alınarak programa dahil edilmelidir.
Konu eğitim programları olunca, bireyin yaş itibariyle yeterlikleri ve eğitim kademesi gibi iki önemli parametrenin özellikle dikkate alınması gerekiyor. Eğitim programlarını sadece örgün ve yaygın eğitim uygulama ve kurumlarına göre şekillendirmek gibi bir hataya da düşmemek gerekiyor. Zira, insanlığın bilgi birikiminin temel verilerinden biri, insanın öğrenme kapasitesinin ve hayatı boyunca kullanacağı değişmez bilgilerin büyük bölümünü 0-6 yaş döneminde edindiğidir. Bunun anlamı, aile içi eğitimin hatta doğum öncesi dönemde bizzat anne adayının vereceği mesajların, bireyin hayatının sonraki aşamalarında dahil olacağı eğitim süreçlerindeki hazır bulunuşluk seviyesi için son derece önemli olduğudur.
“Nitelikli/yetenekli/hikmetli insan” için gereken eğitim süreçlerinin yer alacağı eğitim programının hem kademelere göre hem de kademeler arasında işbirliği esasıyla düzenlenmesi gerekir. Bu anlamda, okul öncesi eğitim dönemi, insan olmanın farklılıklarına dair farkındalığın oluşturulacağı bir program üzerinden gerçekleştirilmelidir. Bu çerçevede, sevgi, paylaşma, yardımlaşma, birliktelik ve sosyalleşme gibi değer ve tutumlar, bu sürecin temel program unsurları olmalıdır. İlkokul döneminde ise, çocukların bilgi, öğrenme ve uyarlama, bilgi transferi ve değerlerin birbirini tamamlayıcılığı gibi kavram ve yöntemler üzerinden, doğru bilgiye ulaşma, bilgisini davranışa dönüştürme, davranışlarını bir değerle ilişkilendirme ve güzel ahlaka dayalı bir temel kimlik inşası esas alınmalıdır. Bu süreçte çocuk, davranışlarını değerler üzerinden yargılama ve değiştirme reflekslerini kazanmaya yöneltilmeli, öğrendiklerinin hayatla ve insanla ilişkisi üzerine birikim oluşturma ve bu birikim aracılığıyla da “güzel ahlak” ve “iyi insan” hedeflerine ulaşma kapasitesinin varlığından haberdar edilmelidir. Orta öğretim sürecinin ilk ayağı olan ortaokul dönemi, bilgilerin birikime, davranışların değere, değerin de kimlik inşasına dönüşümüne ilişkin ilk evredir. İnsanın geçmişten çok gelecekle bağ kurma ve hedef temelli bir davranış ve öğrenme düzlemi oluşturduğu bu dönem bu yönüyle çok önemlidir. İnsanın, kendini ilgilendiren kararlara ilk defa kendisinin de katıldığı bu dönemi, eğitim sistemi ve eğitim programları, öğrenme sürecinin sonuç ve etkilerini görebilecekleri bir ölçme-değerlendirme zeminine dönüştürmekle sınırlı bir kulvara dönüştürmemelidir. İnsanı inşa faaliyetinin bilinç, birikim ve idrak noktasında bizzat kendisinin de katıldığı bir formatif ortaklıkla gerçekleştirilmeye başladığı bu süreci, kendisini sınavlardan yüksek not almaya odaklamış not canavarı çocuklar üreterek heba etmemek gerekir. Ortaöğretim sürecinin ikinci evresini oluşturan lise dönemi, birey ve ben bilincini en üst düzeyde oluştuğu bir süreç olması hasebiyle iletişim ve etkilenme açısından fırsatlar kadar riskler de içerir. Bu dönemde, çocuklarımız daha doğrusu gençlerimiz, değerlerin kendisi ve toplum için ne ifade ettiğine ilişkin somut algılamalara ve yargılamalara hem sahip hem de muhatap olurlar. Bunun yanında, kişiliğine dair değer tercihleri yanında hayatını idame ettirmeye yönelik meslek tercihlerinin genel hatlarıyla oluştuğu bu evrede, insanlaşma ve bir alanda uzmanlaşma hedeflerini birlikte gerçekleştirebileceği konusunda gençlere özgüven vermeliyiz. İkisi arasında bir tercihe zorlanmalarını engellemek ve ikisini birlikte gerçekleştirebileceği bir terkibe yönelik teklifler sunmalıyız. Bunun için, iyi insan olmanın iyi maaş sahibi doktor olmaktan ya da dünya çapında isim sahibi yazar, düşünür olmaktan öncelikli bir konum olduğunu idrak etmelerini sağlayacak “değer inancı” oluşturmalıyız. Lise döneminde gidecekleri üniversite hayalleri kuran gençleri, hem zaman hem de kapsam yönüyle bu hayalin yetersizliğine ikna etmeliyiz. Hayatın üniversite kazanmak ya da kazanmamakla sınırlı olmadığına inandıramadığımız bir bireye, insan olmak teklifi sunmak mezarlarının üzerine davetiye bıraktığınız mezarlık sakinlerinin davetinize icabet etmesini beklemekten farksızdır. Bu yüzden lise eğitim programları, bir yandan dönemin gerektirdiği öğrenmeleri diğer yandan da hayatının geri kalan süreçlerinde düşünüşlerine, yaşayışlarına, taleplerine, itirazlarına ve inşalarına yön verecek değerleri içerecek biçimde oluşturulmalıdır. Lisans ve lisansüstü öğretim kademelerinde, mevcut bilgilerini yeni bilgilerin hammaddesi haline getirme ve bilgilerini, öğrenmelerini insan için, insana hizmet için kullanma ehliyeti edinme esas alınmalıdır. Öğrendikleriyle yargılama ve sorgulama yapan, yaşayışıyla öğrenmeleri arasında izdüşüm oluşturabilen, öğrendiğini yaşayan, yaşadığını yaşatmaya çalışan irfan ve erdem kimlik tasarımı bu dönem programlarının temel saiki olmalıdır. Üniversal eğitimi, sadece yüksek kazanç elde edilen mesleği kazandıran bir süreç değil, insani değerlere uygun yaşamak, üretmek ve davranmak konusunda sıfır hatayı esas alan yargılayıcı, sorgulayıcı, inşa edici ve idrak kazandırıcı fırsat olduğu gerçeği üzerine programlamalı ve eğitim süreçlerine dönüştürmeliyiz.
Bütün bu eğitim evre ve kademelerinde, eğitim programlarının kendisinde beklenen olumlu etkiyi göstermesi, eğitim programlarında ve haftalık ders programlarında yer verilecek derslerle doğrudan ilgilidir. Haftalık ders programlarında yer alan ders sayısı ile ders saati sayısı bu anlamda büyük önem ihtiva etmektedir. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki; haftalık ders programları hem öğrenenin hem de öğretenin üzerinde zaman baskısı oluşturmayacak ve onu insani diğer sıfatlarından uzak tutmayacak ders sayısına ve ders saati süresine sahip olmalıdır. Bankacı eğitim sistemini benimseyip, öğrencilerin zihinlerini bilgi depolarına çevirmekten vazgeçmeliyiz. Her şeyi bilen öğrenci yerine bildiğini hayata geçiren öğrenci ve bilgiyi hayatla buluşturan öğrenmeyi hedeflemeliyiz. Sahip olduğu bilginin neye yaradığını bilmeyen, bilgiyi değil bilginin kodlandığı cümleyi, şekli ya da resmi öğrenmiştir ve sistem tarafından kalıcı olmayan öğrenme tuzağına düşürülmüştür. Bu anlamda, öğrenmenin hem içerik hem de süre bakımından, insan açısından problem olarak görülmediği haftalık ders programları oluşturmalıyız. Öğrencilerin okulda kalma ya da derste olma süresini değil öğrenme süresini ve zamanını artırmalıyız. Öğrencinin sorumlu olacağı derslerin sayısının çok olması değil, insana dair sorunları çözen derslerin programda yer almasıdır önemli olan. Bu anlamda, ilkokuldan yükseköğretime hatta lisans üstü öğrenime kadar bütün eğitim kademelerinde haftalık ders programlarının ve ders saati sürelerinin bu kapsamda konunun uzmanları tarafından incelenmesi ve bu inceleme sonuçlarına göre yeni bir dizayn yapılması gerektiği açıktır.
Eğitim, öğrenmeye, idrake dayalı bir inşa faaliyeti olduğuna göre bu faaliyeti yönetecek, koordine edecek, faaliyetin sorumluluğunu üstlenecek bir inşacının da olması gerekiyor. İşte burada, öğrenen ile bilgi (insan ile hikmet) arasında köprüler kuran “öğretmen” devreye giriyor. İnsanın insan olmasına hizmet edecek öğrenme eyleminin, eğitim faaliyetinin ve eğitim sisteminin ihtiyacı olan inşacı; kimdir, nedir, nasıl olmalıdır? sorularına cevap verecek biçimde öğretmenin de tanımlanması, yetkilendirilmesi ve yeterliklerinin belirlenmesi gerekiyor. Eğitimi, insanın insanlaşma faaliyeti olarak kabul ediyorsak, öğretmeni de “insan” temelli tanımlamak zorundayız. Bu anlamda öğretmeni; insanın insanlaşma yolculuğuna insani değerleri kazandırma telaşıyla katkı ve katılım sağlayan rehber, örnek kimlik, rol model ve kamil insan olarak tanımlamak uygun olacaktır. Bu anlamda, öğretmenin yetkilerini ve yeterliklerini de “meslek erbabı yetiştiricisi” düzleminde değil “kamil insanı inşa” perspektifinde belirlemek gerekir. Bu durumda, öğretmen yeterliğinin bilgiyi anlatma ve aktarma becerisiyle sınırlı bir alan olarak değil bu verinin de dahil edildiği aktardığını yaşayan ve yaşadığını öneren/öğreten bir kimlik tasarımı çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Bu çerçevede, son dönemde sıkça dile getirilen, öğretmen yeterliği ve performans kriteri gibi hususlara değinmekte fayda var. İnsan-eşya ya da eşya-eşya ilişkilerinin hakim olduğu ve bu alanları konu edinen meslek ve meziyetler açısından ölçme-değerlendirme araçlarının ve bu ölçmelere dayalı ödüllendirme ya da kısıtlama uygulamalarının Demoklesin kılıcı hükmünde kullanılmasına da karşı olmakla birlikte bu türden uygulamaların “öğretmenlik” gibi doğrudan insan inşası hedefli meslekler için çok da mümkün olmadığını özellikle ifade etmek gerekir. Elbette mesleki yeterlik, mesleki başarı, ödül ve cezalandırma uygulamaları gibi hususlar öğretmenler için de söz konusu olacaktır. Ancak, bu uygulamalara yön verecek anlayışın, mal üretimi, marjinal fayda ve katma değer, yüksek kazanç gibi hedefleri önceleyen ve ahlaka dayalı hassasiyeti bulunmayan makyevelist ve kapitalist küresel ideolojinin “yeterlik” ve “performans kriteri” kavramlarının arkasına sakladığı sermayeyi önceleyen aklın esaretiyle oluşturulmasına ne tahammül ederiz ne de fırsat veririz. Zira, Batı uygarlığı ile medeniyetimiz arasındaki temel farklardan biri de, öğrenme-eğitim-insan arasındaki ilişkide kendini gösterir. Batı uygarlığı eğitimi; insanlara, sisteme uyma, sistemi geliştirme ve sisteme hizmet etme bilinci kazandırma aracı olarak görür. Medeniyetimiz ise eğitimi, insanın kendini inşası, hikmete ulaşma ve Hakikatle buluşma fırsatı olarak kabul eder. Bu çelişki ve farklılık, Batı uygarlığının öğretmen yeterliğine ilişkin kurallarının medeniyetimiz açısından birebir alınmasını da imkansız kılar. Medeniyet tarihimiz, öğreten/inşacı kimliğe dair Muallim, müderris, alim, arif gibi farklı sıfatlar üretmiştir. Her sıfatın hem içeriği hem de inşa sürecindeki yetki ve etkileri birbirinden farklıdır. Her biri için ortak olan ise, görev ve sorumluluklarının temelde insanı insan olmaya davet etmek, bu yönde öncü ve örnek olmaktır. Bugün üniversal alanda geçerli olan akademik titrler arasındaki hiyerarşi, öğretme kapasitesi ve bilgi havuzu temellidir. Oysa medeniyet kulvarındaki inşacı kimlik hiyerarşisi, bilginin çokluğuyla ve öğretme yetisinin yüksekliğiyle değil öğrettiğini yaşatma ve yaşadığını öğretmeyle kendisini sınırlama edebiyle ilintilidir. Medeniyetimiz, bizzat ya da sadece bilgiyi ve bilmeyi değil bildiğini yaşamayı ve yaşadığına davet etmeyi esas kabul eder. Kendisi kemale ulaşmamış olanların, kamil insan inşa sürecinde sorumluluk alması fedakarlık olarak değil haddi aşma olarak nitelendirilir. Bu anlamda, öğretmen yeterliklerini belirlerken ya da öğretmene ilişkin performans kriteri belirlemeyi hedeflerken, yönümüzü Batıya değil medeniyetimizin üzeri örtülmüş tarihsel gerçekliklerine ve erdemi esas alan örnek kişiliklerine dönmek gerekir.
Benzer bir bakış açısı, eğitim faaliyetlerini koordine eden, ihtiyaç belirleyen, karşılayan, politika belirleyici konumda olan eğitim yöneticileri için de geçerlidir. Kişiye odaklı, kimlerin eğitim kurumu yöneticisi olacağını belirlemeyi saplantı haline getirmiş bir eğitim sistemi yerine, kimliğe ve kişiliğe odaklı eğitim yöneticisi tasarımı ortaya konmalıdır. Bugün gelinen noktada, öğretmenlerin bir bölümünün doğrudan eğitim faaliyetlerinde, sınıfta, derste ve insan inşa faaliyetinde olmak yerine dolaylı olarak bu süreçlere etki eden eğitim kurumu yöneticiliğini tercih etmesinin arka planındaki kaygıları, hedefleri ve gerekçeleri mutlaka ortaya koymalıyız. Şüphesiz, her sistem, her kurum, her yapı bir yönetim organizasyonuna ihtiyaç duyar. Ancak, yöneticiliğe yönelik taleplerin “sorumluluk” ve “görev” odaklı mı “gelir” ve “yetki” odaklı mı olduğu mutlaka sistem tarafından bilinmelidir. Bir okulun müdürü olmak, bir fakültenin dekanı ya da bir üniversitenin rektörü olmak ya da bunların yardımcısı olmak konusundaki talep artışının, inşacı kimliğin(öğretmenin) değersizleş(tiril)mesi kaynaklı bir kaçış mı, yoksa inşa faaliyetine yönelik yüksek sorumluluk odaklı bir mevziye varış eylemi mi olduğuna ilişkin belirsizliği mutlaka gidermeliyiz. Bunu gidermeden, eğitim kurumu yöneticilerinin yeterliklerine, nasıl belirleneceğine ilişkin mevzuat ve uygulamalar, yasal dayanağa sahip olsa bile sosyolojik dayanaktan yoksun olacaktır. Bu noktada son söz olarak, eğitim kurumlarımızda yöneticilerin yeterlik ya da yetersizliklerinin, eğitim süreçlerinin bütününe, eğitime yön veren öğretmen ve öğrencilere, eğitim çalışanlarına yönelik lehe ya da aleyhe durumlar oluşturacağı da açıktır. Bu nedenle, eğitim kurumu yöneticilerinin belirlenmesinde, “aidiyet” ve “mensubiyet” kaynaklı beklentilerin önüne hakkaniyet temelli kuralların ışığında mutlaka “ehliyeti” koymalıyız. Bu noktada, şunun ya da bunun yakınlarını değil, eğitim kurumu yöneticiliği görevini hakkıyla ifa etmeye yatkın olanları yöneticilikle buluşturmalıyız.
Diğer taraftan, öğretmenlerin yetişme ve istihdam süreci konusunda yaşadığımız sıkıntılar da gün gibi ortadadır. Öğretmenlik mesleğini tercih edenlerin, öğretmenlik mesleğine ilişkin toplumda oluşan kariyer dışı meslek grubu algısı mutlaka sona erdirilmelidir. Öğretmenlik mesleğine dair kariyer basamaklarının oluşturulmasında yaşanan tıkanma mutlaka bitirilmeli ve kariyer basamakları hem mali haklar, hem özlük hakları hem de öğretmenlik dışı kariyer fırsatları düzleminde yeniden ele alınmalıdır. Bunun yanında öğretmenlerin ve eğitim yöneticilerinin bilgi, tutum ve yöntemlere yönelik güncelleme ihtiyacını karşılayacak hizmet içi eğitim ve görev başında eğitim uygulamaları, günümüzün iletişim fırsat ve imkanları da kullanılarak karşılanmalıdır. Öğretmenler dahil eğitim çalışanlarının, eğitimin birey, toplum ve insanlık için ihtiva ettiği anlam ve önem de gözetilerek mali, sosyal ve özlük hakları mutlaka iyileştirilmelidir. Öğretmen yeterliğini ve performansını belirleme çabasına düşenlerin, öğretmenlerin mali ve sosyal haklarının yeterlik seviyesine ilişkin bir çıpa oluşturmaktan kaçınmaları kimsenin gözünden kaçmıyor. Sahip olduğu mali imkanlarla ancak insani ihtiyaçlarını karşılayan öğretmenin, mesleki gelişim ihtiyaçlarını gidermeye yönelik imkan ve fırsat arayışında olması ancak gelirlerinin arttırılmasıyla mümkündür. Nitelikli insan, nitelikli eğitim ve hayata yansıyan öğrenme için öncelikle öğretmen kadrosuna ilişkin nicel verileri artırmak, madalyonun sadece bir yüzünü görmektir. Madalyonun diğer yüzünde, öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının mesleği ifa etme kaynaklı mali ve sosyal haklarına ilişkin nicel verilerde de “eğitim önemli ve her şeyin başı eğitim” söylemlerinin hakkını vermeyi gerektiren iyileştirmeler mutlaka hayata geçirilmelidir.
Konu eğitim olduğunda üzerinde durulması gereken sorunlardan biri hiç şüphesiz güvenliktir. Eğitim sisteminin, politikalarının, programlarının, yöneticilerinin, kurumlarının ya da ölçme-değerlendirme uygulamalarının güvenilirliği yanında bütün bu alanlara sirayet etmiş güvenliği, özellikle de okul güvenliğini sağlamak gerekiyor. Eğitimin bütün aşamalarında, evden okula, okuldan eve ulaşımda, okulda, derslikte ve okul çevresinde “güvenlik” sağlanmadan, güvenilir ve güzel insanı inşa etmeye yönelik eğitim faaliyetini icra etmek imkansızdır. Çağın, insan için özellikle de çocuklar ve gençler için ürettiği riskler, artık okul kapılarına hatta dersliklerin içine kadar ulaşmıştır. Eğitimi insanın insanlaşma yolculuğu olarak görüyorsak, bu yoldaki bütün çeldiricileri, bütün riskleri bertaraf etmek zorundayız. Hem öğrenenler, hem öğretenler açısından okul güvenliği sağlanmadan nitelikli bir eğitimin, kaygıdan arınmış bir öğretme ve öğrenme sürecinin oluşması mümkün değildir. Okullarda gerçekleşen, özellikle de öğretmen ve eğitim yöneticilerine yönelik şiddet eylemlerinin olağanlaşma ve olağan görülme düzeyine ulaşma riski hiç bu kadar kendini hissettirmemişti. Okul çevresinde dahi görmediğimiz fiillerin artık dersliklerde gerçekleştiği bir dönemin içerisindeyiz. Kolay erişilebilir iletişim araçları ve internet üzerinden, okul hayatının, öğrenci ve öğretmenlerin özel hayatlarının kamuoyunun erişimine rahatça açıldığı olaylara şahit oluyoruz. Sadece öğrenciler için değil bütün toplum için yüksek risk içeren madde bağımlılığının öğrenciler üzerinde gerçekleşmesine yönelik faaliyetlerin arttığını da üzülerek gözlemliyoruz. Okul güvenliği, öğrenci ve öğretmen-eğitim çalışanları güvenliği ve nihayetinde eğitimin olması gerektiği şekilde gerçekleşmesi için, eğitim sisteminin bütün bileşenlerinin, ortak akılla ve sorumluluk yüklenerek eğitimin öznelerinin, eğitim süreçlerinin ve eğitim kurumlarının güvenliğini sağlaması gerekiyor.
Eğitim; öğretilen bilgiden, öğreten bilgine/alime/arife, eğitim kurumundan, eğitim yöneticisine, eğitim materyalinden, eğitim ortamına, ders programından, ders kitabına, örnek ve öncü kimlikten, yaşatılacak değere bir çok öznenin, bir çok nesnenin ve değerin ortaklığını, etkileşimini ve işbirliğini gerektiren insani bir eylem, doğrudan insan inşasına dönük bir faaliyettir. Eğitimi insana dair diğer bütün faaliyetlerden ayıran ve önemli kılan da budur. İnşa edilen, inşa edilmesi gereken, inşa eden de insandır. Eğitim; insanın, kendini bulup ortaya çıkarması, kendi olma çabasıdır. Bu yüzden insan; kendini, hikmeti ve Hakikati bulmak ve nihayetinde “kamil insan olmak” yolculuğunda; neyi öğreneceğini, niçin ve nasıl öğreneceğini, kimden öğreneceğini, kime öğreteceğini, nasıl yaşayacağını, neleri sahipleneceğini ve nelerden vazgeçeceğini bilmek ve bulmak için eğitmeli ve eğitilmelidir. Bunun için eğitim sistemi kurucuları, eğitim programcıları, öğretmenlerimizi yetiştirenler, öğretmenlerimiz, eğitim yöneticilerimiz, eğitim çalışanları, öğrenciler, anne ve babalar, eğitime dair eylemlerinin; Yaradanın “kendisini bilmek için yarattığı insanın inşası” noktasında hem ödülü hem de vebali ağır bir sorumluluğun ifası olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır.
Sonuç olarak; eğitim sisteminin farklı alanlarına ilişkin tespit, tenkit, teklif ve değerlendirmelerin yer aldığı Kamuda Sosyal Politika dergimizin bu sayısının başlığını “Hayat Ağacının Toprağı; Eğitim” olarak belirledik. Evet, insan için hayat ağacının toprağı eğitim, meyvesi ise hikmettir. Bu hikmeti yaşayarak Hakikate ulaşacak olan “kamil insan”dır. Kamil insanların sayısını artıran bir eğitim sistemine ulaşmak dileğiyle …