Demokrasiyi Savunmak Gerek
Türk demokrasisi kavşak günlerinden birini yaşıyor, öyle ki bütün alanlarda yaşanan mücadele az çok tanımlanabilir bir sorun alanını imlemektedir. Sorunu doğru tanımladığımız ölçüde, gerçeğin hâkim kılınmasına katkıda bulunabileceğimizi hesap etmek kaydıyla mesafe alabileceğimizin farkındayız. Karl Marx haklı olarak, sorunlara dışarıdan bakmakla çözüm bulamayacağımızı söylüyordu, temellendirdiği şey basit bir anlatımla 'yöntemsel' muhakeme üzerine oturmaktaydı. Kabul edelim ki, yerinde bir tespitle işe başlamış olalım ve önerildiği gibi sorunlarımızın tek tek üzerinden/içinden geçerek, gerçeğin /doğrunun ve ortak iyinin tesis edilmesine bir nebzecik olsun katkıda bulunabilelim.
Mesele açık ve net, Türkiye 1952 yılından bu yana şiddet ve kan politikaları ile iç politikamıza yön veren, kendisini anayasanın da üzerinde konumlandıran derin bir örgütle hesaplaşmaktadır bugün... Hesaplaşmanın demokrasi açısından düştüğü iki önemli handikap, bu alandaki kaygılarımızı artırmaktadır. Onlardan bir tanesi söz konusu örgütün mahiyeti ile ilgili olarak;
1- Sulandırma faaliyetlerinin ivme kaybetmeksizin sürdürülüyor olması. Dolayısıyla henüz hukuk devrede iken ve bu konuda son söz söylenmemişken...
2- Gladyo olarak tanımlanan bu örgütün tasfiyesinin ideolojik gerekçeler kapsamında mesafe almaması...
ERGENEKON’A NASIL BAKIYORUZ
Gladyonun Türk versiyonu olarak nitelendirilen Ergenekon yapılanması ile mücadele sadece yargı ayağında verilen bir mücadeleye endekslenebilir mi diye sormak gerekir? Yargı sürecinin 5 ila 10 yıl arasında sürmesi durumunda demokrasiye kast eden eylemler silsilesinin üstesinden gelmek hem ne kadar mümkündür, hem de bu nasıl yapılacaktır?
Acı ve üzüntü verici olansa, toplumun ergenekon konusunda yaşadığı ikilemdir. Gerçekte böyle bir örgüt var mıdır, yahut sözkonusu örgüt iddia edildiği gibi AK Parti iktidarının muhaliflerini bastırmak için kullandığı bir yöntem midir? demokrasiye kast eden/edenler gerçekte kimlerdir? Sözü edilenler tehdit kapsamında ne denli haklı bir kategoride değerlendirmeye alınmıştır? Demokrasiye kast eden/edenlere karşı alınan önlemler ne kadar etkili olarak telakki edilmektedir? Bu soruların tamamı elbette ki yanıtı verilmesi gereken sorulardır. Arnold Toynbee'nin dediği gibi madem medeniyet sorulan sorulara verilen cevaptır, biz bugün bir adım daha atarak, demokrasimizin kemale ermesi ve gerçek bir demokrasi için bütün imkanlarımızı seferber ederek doğru tarafta yer almanın çabası içinde olmalıyız diye düşünüyorum.
Sıkça söylenen bir şeydir, 'doğru yerde bulunmak" sözü... Doğru nedir sahi, daha da zor olan şey iki kelimenin yan yana gelmesi ile oluşan kimi zaman tahakküme kadar vardırılan şey, meseleyi kavramaya, bir nevi tanımlama çabasına götürüyor olmasıdır bizi... 'Doğru' sözcüğü üzerinde biraz düşününce Thryasmakos ile Sokrates arasındaki tartışmayı hatırlamamak mümkün mü? Büyük bilge soruyor, Thryasmakos'un ise yanıtı hazır, doğru diyor, evet doğru güçlü olanın belirlediği şeydir... Bu tanımda 'doğru' olmayan bir şey var, zira eğer doğru silahı olanın yahut güçlü olanın belirlediği bir şey ise, bunun bizi azınlık yönetimine götürmemesi mümkün değil. Böyle düşünüyor olmalı ki, bizi rahatlatan bir çıkış beliriveriyor hemen büyük bilgeden, 'Doğru, az çok herkesin menfaatini ortaya koyan şey…'dir. Yani bir nevi ortak iyi... Yani bir nevi herkesin çıkarına olan şey... Bu tanım bugün demokrasimizi en büyük gücümüz olarak nitelendiren Dışişleri bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun bu meyandaki tespiti ile örtüşüyor elbette. 'Doğru yer' 'doğru taraf' bilgelik ve ortak aklın bize sunduğu tüm melekelerimizin gösterdiği ana hedeftir, bu ise çoğulcu, azınlık haklarına saygılı, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü adeta ulvileştiren, kültürel açıdan bu meselelerin kurumsallaşmış ana omurgasına göndermede bulunmalıdır. Tam eşitlikçi demokrasidir kastımız. Doğru yer de doğru tarafta bugün demokrasiden ve evrensel hukuk ilkelerinden yana olmaktır, aksi takdirde gereksiz bir çekirdek kabuğunu doldurmayan ideolojik körlüklerin esiri olmak gibi bir sarmal içinde devinmeye devam edeceğiz. Bu nedenle doğru yer yahut doğru taraf kadar, doğru sorularla alanı ve süreci yönetebilmeliyiz.
Diğer taraftan bugünün çağdaş toplumlarında demokrasiye duyulan ihtiyacın, aslında insanın özgürleşme kanallarını açmaya dönük bir ihtiyaç olduğu rahatlıkla görülebilir. Bugün yeryüzünde demokrasi, söz konusu özgürlüğün insan tarafından kullanılabilmesi bakımından mümkün olabilen en geniş ve en zengin toplumsal ve siyasal vasatı sunarken, eğitim de yine ancak bu vasatta insanlığın birikiminin yeni kuşaklara aktarılması ve insanın toplumsal bir varlığa dönüşmesi fonksiyonunu layıkıyla üstlenebilir. İnsan sosyalleşme ve eğitim yolu ile insanîleşir, gelişir ve sosyal bir varlık olur. Eğitim ve toplumsal vasatın özgürlük egemen bir vasat oluşu sosyalleşme süreçleri ve eğitim içerisinde bireyin hak ettiği kişiliği kazanabilmesinin de önkoşuludur. İnsan eğitildikçe sosyalleşir, ürettikçe özgürleşir.
Bir diğer boyutu ile insan diğer canlı varlıklardan, akıl sahibi oluşunun bir fonksiyonu olarak, değer taşıması ve değer üretmesi ile farklılaşır. İnsan sahip olduğu değerlerle dünyaya bakar ve bu değerler çerçevesinde hayatını tanzim eder. Sevmekten çalışmaya, özgürlükten yardımlaşma ve fedakârlığa pek çok değer insanı insan yapan ve insanî olanın içini dolduran olgular olarak ortaya çıkar. İşte bahsedilen değerler sistemini insanoğlu eğitim yolu ile tahrip edebileceği gibi ihya da edebilir. Doğru ve gerekli eğitimin temel hedefi kuşkusuz bu değerleri geliştirerek ihya etmek olabilir.
SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ
Yeni yüzyılda eğitim, siyasî ve toplumsal bir özne olarak bireyin inşâsı kadar, bireylerin inşâ ettiği sivil toplumun inşâsı bakımından da vazgeçilemez bir öneme sahiptir. Bu boyutta ele alındığında bugün herhangi bir toplumda demokratik siyasî kültürün gelişimi iktisadî ve kültürel süreçler kadar güçlü bir eğitime de ihtiyaç duyar. Bu boyuttan bakıldığında sivil toplum ve demokrasi yazılı kurallardan daha çok moral değerler ve kültürel kodlarda hayat bulur ya da bulamaz. Türkiye demokrasinin, tölerans ve hoşgörünün kültürel kodlarını eğitim yolu ile yeniden üretebilir.
Bir başka bağlamda ele alındığında, siyaset literatüründe her türden halk sivil toplumu oluşturmaz. Temel özgürlüklerin yarattığı renkliliği, farklılaşmayı ve teşkilatlanmayı başarabilen heterojen bir yapıdır sivil toplum. Sivil toplumda siyaset, toplumda gündelik hayatın yarattığı sorunları çözmede doğru ve adaletli cevapları içerir. Toplumda, yaşama tarzı, hayat seviyesi, eğitim, toplumsal statü gibi muhtelif kriterler genellikle benzeşik pozisyonlara sahip insanların benzer cevaplar üretmesini getirir. İşte farklı, ancak daha haklı olduğunu iddia eden siyasi yaklaşımların farklılığının temeli bu noktada iyi anlaşılabilir. Ancak sonuçta bir siyasî partinin bakış açısının ne derece doğru olduğuna demokrasilerde büyük jüri/halk karar verir.
YENİ ANAYASA ZORUNLULUĞU
Bütün tartışmaların ötesinde yeryüzünde bugün toplum, devlet, birey ilişkilerinin adil tanzimi için demokrasiden daha uygun bir araç henüz daha bulunamadığına göre, bizler için ülkemizde demokratik zemini güçlendirerek daha adil ve daha güçlü Türkiye’yi kurmaya çalışmak tek çıkış yolu olarak görünmektedir. Bu noktada Türkiye’nin yeni dönem ihtiyacının öncelikle insanı öne çıkaran, hukukun üstünlüğünü öngören demokratik ve sivil bir anayasa olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bizler bugün kendi zaviyemizden baktığımızda, özgür bireyi, sivil ve demokratik bir anayasayı Türkiye’de kamu çalışanları hareketinin vazgeçilmezi kabul eden bir sendikacılık anlayışının inançlı ve kararlı temsilcileri olarak görüyoruz.